Halkı galeyana getirme suçu, Türk Ceza Kanunu’nda doğrudan bu isimle geçmese de, günlük dilde çoğunlukla “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu”, kamu barışına karşı suçlar ve kamu güvenliğini tehlikeye sokan ifadeler için kullanılan bir ifadedir. Bu suç, farklı toplumsal kesimleri birbirine karşı kışkırtan, nefret ve düşmanlık yayan davranışları hedef alır.
Bu kapsamda TCK m.216 uyarınca; halkın bir kesimini diğerine karşı kin ve düşmanlığa sevk etmek, belli grupları ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farkı üzerinden alenen aşağılamak ve dini değerlere yönelik kamu barışını bozabilecek nitelikte saldırılar için hapis cezası öngörülür. Yazının devamında, bu düzenlemenin unsurlarını, örneklerini ve halkı galeyana getirme suçu ile ifade özgürlüğü arasındaki hassas dengeyi adım adım ele alacağız.
Halkı galeyana getirme tam olarak ne demek?
Gündelik dilde “halkı galeyana getirmek” dendiğinde akla genelde şu gelir: Kalabalığı kışkırtmak, insanları öfkelendirip sokağa dökmek, kavga, linç, yağma gibi olayların fitilini ateşlemek. Yani bir kişinin sözleri veya davranışlarıyla topluluğu “coşturması”, ama olumsuz anlamda coşturması.
Hukuki açıdan ise bu ifade, doğrudan bir kanun maddesinin başlığı değildir. Ceza hukukunda “halkı galeyana getirme” denince, çoğunlukla Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesinde düzenlenen “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçu kastedilir. Bu madde, toplumun belli kesimlerini birbirine karşı kışkırtan, aşağılayan veya dini değerleri hedef alan ifadeleri ve eylemleri cezalandırır.
Kısacası, halkı galeyana getirme:
- Hukuk dilinde teknik adıyla TCK 216 kapsamındaki fiiller ile ilişkilidir.
- Ama günlük konuşmada, bundan daha geniş ve bazen hukuken suç olmayan davranışlar için de kullanılır.
Aşağıda hem hukuki karşılığını hem de günlük dildeki kullanım farklarını adım adım açalım.
Hukukta “halkı galeyana getirme” hangi suça karşılık geliyor?
Türk Ceza Kanunu’nda “halkı galeyana getirme” diye başlığı olan bir suç yok. Ancak uygulamada savcıların ve mahkemelerin bu deyimle kastettiği suç, TCK 216 – Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçudur.
Bu madde üç ayrı fiili kapsar:
- Halkı kin ve düşmanlığa tahrik (TCK 216/1)
- Halkın bir kesimini aşağılamak (TCK 216/2)
- Dini değerleri aşağılamak (TCK 216/3)
Savcılar iddianamede genelde şöyle yazar:
“Şüphelinin sosyal medya paylaşımlarıyla halkı galeyana getirdiği, bu suretle TCK 216. maddede düzenlenen halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçunu işlediği…”
Yani “galeyana getirme” ifadesi, TCK 216 kapsamındaki tahrik veya aşağılama fiillerini anlatmak için kullanılan, daha çok günlük dile yakın bir özet ifadedir.
Burada önemli nokta şu:
- Her “galeyana getirme” iddiası otomatik olarak suç sayılmaz.
- Suç sayılabilmesi için TCK 216’da yazan özel şartların oluşması gerekir (alenen işlenme, kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike gibi).
TCK 216 ile halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu arasındaki ilişki nedir?
TCK 216’nın birinci fıkrası, doğrudan “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçunu düzenler. Yani:
- TCK 216, genel başlık.
- 216/1 ise bu başlık altındaki ilk ve en çok bilinen suç tipi: “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu.”
Maddenin tam mantığı şöyle:
- 216/1: Halkın bir kesimini, diğer bir kesime karşı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek ve bunun sonucunda kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlike doğması.
- 216/2: Halkın bir kesimini, belli farklılıklara dayanarak alenen aşağılamak.
- 216/3: Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamak ve bu fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması.
Günlük konuşmada insanlar çoğu zaman:
- “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu” derken sadece 216/1’i kasteder.
- “Halkı galeyana getirme” derken ise hem 216/1’i hem de bazen 216/2 ve 216/3’ü içine alan daha geniş bir anlam kullanırlar.
Özetle:
- TCK 216 = Çatı madde
- Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu = TCK 216/1’in özel adı
- “Halkı galeyana getirme” ise bu suçların hepsine halk arasında takılan genel bir etiket gibi kullanılır.
Günlük dilde kullanımla hukuki anlam arasındaki farklar neler?
“Halkı galeyana getirme” ifadesi, sokakta, medyada ve sosyal medyada hukuktan çok daha geniş ve esnek kullanılıyor. Bu da ciddi karışıklıklara yol açabiliyor.
Bu farkları netleştirelim.
1. Günlük dilde “galeyan” çok geniş bir alanı kapsıyor
Günlük dilde “halkı galeyana getirdi” denince şu tür durumlar kastedilebiliyor:
- Bir siyasetçinin sert konuşma yapması, kalabalığın coşması
- Bir gazetecinin yazısıyla kamuoyunda büyük tartışma yaratması
- Bir sosyal medya fenomeninin çağrısıyla binlerce kişinin yorum yazması
- Bir sanatçının sahnede söylediği sözler sonrası seyircinin yuhalaması
Bu örneklerin çoğunda:
- İnsanlar duygusal olarak etkileniyor,
- Tartışma, tepki, protesto doğuyor,
- Ama her zaman suç oluşmuyor.
Çünkü ceza hukuku, sadece “insanlar kızdı, tepki verdi” diye devreye girmez. Aranan şartlar çok daha dar ve somuttur.
2. Hukuken aranan şartlar çok daha sıkı
TCK 216 kapsamında “halkı galeyana getirme” sayılabilmesi için, özellikle 216/1 bakımından şu unsurlar aranır:
- Halkın bir kesimi hedef alınmalı
- Örneğin belli bir etnik grup, mezhep, bölge halkı, sosyal sınıf gibi.
- Bu kesim, diğer bir kesime karşı kin ve düşmanlığa tahrik edilmeli
- Yani “onlardan nefret edin, onlara düşman olun” anlamına gelen bir kışkırtma olmalı.
- Fiil alenen işlenmeli
- Yani belli bir çevreyle sınırlı kalmamalı, kamuya açık olmalı.
- Bu tahrik nedeniyle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlike ortaya çıkmalı
- Yani sözler, somut olayda şiddet, çatışma, linç, toplumsal olay çıkması riskini ciddi biçimde artırmalı.
Günlük dilde ise:
- Bu şartların hiçbiri tek tek düşünülmeden,
- “Ortada bir gerginlik var, demek ki halk galeyana geldi” denip geçiliyor.
3. Her sert eleştiri “halkı galeyana getirme” değildir
Siyaset, ekonomi, din, toplumsal olaylar hakkında:
- Çok sert, hatta kaba eleştiriler,
- Alaycı, iğneleyici, rahatsız edici ifadeler,
hukuken çoğu zaman ifade özgürlüğü kapsamında kalır. Yargıtay ve yüksek mahkemeler, özellikle:
- Genel eleştiri,
- Tarihsel, sosyolojik yorum,
- Akademik tartışma,
- Mizah, karikatür, ironi
gibi açıklamaları, sırf bir kesim rahatsız oldu diye otomatik olarak TCK 216 kapsamına sokmamaya çalışmaktadır.
Günlük dilde ise:
- “Bu sözler toplumu ayağa kaldırdı, halkı galeyana getirdi” denip,
- Hukuken suç olup olmadığı hiç sorgulanmadan,
- Sanki kesin bir ceza hukuku ihlali varmış gibi konuşulabiliyor.
4. “Galeyan” ile “somut tehlike” aynı şey değil
Hukukta özellikle 216/1 için aranan “kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike” şartı, çok kritik bir filtredir.
- Sadece insanların öfkelenmesi, sosyal medyada tartışma çıkması,
- Bir grubun “çok alınması” veya “çok kırılması”
tek başına yeterli değildir.
Aranan şey:
- Bu söz veya eylem nedeniyle,
- Gerçek hayatta şiddet, linç, saldırı, yağma, ciddi toplumsal çatışma çıkma ihtimalinin
- Somut olayda ciddi ve yakın hale gelmesidir.
Günlük dilde ise:
- “Millet çok sinirlendi, ortalık karıştı” = “galeyan”
- Ama hukukta bu, her zaman “açık ve yakın tehlike” anlamına gelmez.
5. Medyada “etiket” olarak kullanılması
Özellikle haberlerde ve sosyal medyada:
- “Halkı galeyana getirme” ifadesi,
- Bazen sadece siyasi bir etiket veya propaganda aracı olarak kullanılıyor.
Örneğin:
- Bir grubun hoşuna gitmeyen her açıklama için,
- “Halkı galeyana getiriyorlar, provokasyon yapıyorlar” denebiliyor.
Oysa ceza hukuku açısından:
- Suçun oluşup oluşmadığı,
- Somut olay, kullanılan ifadeler, bağlam, hedef kitle, ortaya çıkan tehlike gibi unsurlar tek tek incelenerek belirlenir.
Bu yüzden:
- Bir haberde “halkı galeyana getirme” ifadesini görmeniz,
- O kişinin mutlaka TCK 216’dan cezalandırılacağı anlamına gelmez.
Kısa toparlama:
- “Halkı galeyana getirme” hukuki bir madde başlığı değil, ama TCK 216’daki suçlarla özdeşleşmiş bir deyim.
- TCK 216/1’deki halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu, bu deyimin en yakın teknik karşılığı.
- Günlük dilde “galeyan” çok geniş ve duygusal bir kavram; hukukta ise çok daha dar, şartları sıkı ve somut tehlike arayan bir suç tipi söz konusu.
Bu farkı bilmek, hem ifade özgürlüğü tartışmalarını hem de “bu sözler suç mu değil mi?” sorusunu daha sağlıklı değerlendirmeye yardımcı olur.
Halkı galeyana getirme hangi kanun maddesinde düzenleniyor?
“Halkı galeyana getirme” diye bilinen davranış, Türk Ceza Kanunu’nda doğrudan bu isimle geçmez. Günlük dilde “halkı galeyana getirme” denildiğinde, çoğu zaman aslında TCK 216’da düzenlenen suçlar kastedilir.
TCK 216’nın tam başlığı **“Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama”**dır. Yani kanun metninde geçen ifade bu; “halkı galeyana getirme” ise daha çok medya ve günlük konuşmada kullanılan, hukuki olmayan bir özet ifadedir.
Bu madde, kamu barışını bozma tehlikesi taşıyan bazı söz ve davranışları suç sayar. Özellikle:
- Halkın bir kesimini diğer kesime karşı kışkırtmak
- Halkın bir kesimini aşağılamak
- Bir kesimin benimsediği dini değerleri aşağılamak
gibi fiiller, belirli şartlar altında “halkı galeyana getirme” olarak anılır ve TCK 216 kapsamında değerlendirilir.
Kısaca: “Halkı galeyana getirme suçu” dendiğinde, hukuken çoğu zaman TCK 216 kapsamındaki suçlardan biri kastedilmektedir.
TCK 216 nedir, hangi başlık altında yer alıyor?
TCK 216, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ikinci kitabında, “Topluma Karşı Suçlar” bölümünde, bu bölümün alt başlığı olan “Kamu Barışına Karşı Suçlar” kısmında yer alır.
Yapı kabaca şöyledir:
- İkinci Kitap: Özel Hükümler
- Üçüncü Kısım: Topluma Karşı Suçlar
- Birinci Bölüm: Kamu Barışına Karşı Suçlar
- Madde 216: Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama
Bu yerleşim aslında kanunun bakış açısını da gösterir:
- Bu suç, tek tek kişilere karşı değil,
- Topluma ve kamu düzenine karşı işlenmiş kabul edilir.
Dolayısıyla TCK 216, bireysel hakaret, sövme, iftira gibi “kişilere karşı suçlar”dan farklı bir yerde durur. Burada esas korunan değer, toplumun barış içinde bir arada yaşama düzenidir.
Maddede kaç farklı fiil (suç tipi) düzenlenmiş?
TCK 216 tek bir madde gibi görünse de, içinde üç ayrı suç tipi barındırır. Bunlar, maddenin üç fıkrasında ayrı ayrı düzenlenmiştir:
- TCK 216/1 – Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu
- Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet, bölge vb. farklılıklara dayanarak diğer bir kesime karşı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek.
- Ayrıca bu tahrikin kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike oluşturması gerekir.
- TCK 216/2 – Halkın bir kesimini aşağılama suçu
- Yine sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet, bölge vb. farklılıklara dayanarak halkın bir kesimini alenen aşağılamak.
- Burada ayrıca “açık ve yakın tehlike” şartı aranmaz, fakat fiilin alenen işlenmesi gerekir.
- TCK 216/3 – Dini değerleri aşağılama suçu
- Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamak.
- Ancak bunun suç sayılabilmesi için, bu davranışın kamu barışını bozmaya elverişli olması gerekir.
Özetle:
- Aynı madde içinde,
-
- fıkrada: kin ve düşmanlığa tahrik,
-
- fıkrada: halkın bir kesimini aşağılama,
-
- fıkrada: dini değerleri aşağılama olmak üzere üç ayrı suç düzenlenmiştir.
Bu nedenle uygulamada “TCK 216’dan yargılanıyor” denildiğinde, hangi fıkradan (216/1 mi, 216/2 mi, 216/3 mü) soruşturma yürütüldüğü çok önemlidir. Çünkü hem aranan şartlar, hem de ceza miktarları fıkralara göre değişir.
“Kamu barışına karşı suçlar” ne anlama geliyor?
“Kamu barışına karşı suçlar” ifadesi, ceza hukukunda belirli bir teknik kategoriyi anlatır. Bu başlık altında toplanan suçların ortak özelliği, toplumun huzurunu, güvenliğini ve birlikte yaşama düzenini hedef almalarıdır.
Basitçe söyleyelim:
- Bir kişiye hakaret ettiğinizde, mağdur tek bir kişidir.
- Ama toplumun bir kesimini diğerine karşı kışkırttığınızda, zarar gören sadece tek tek bireyler değil, toplumun barış içinde yaşama halidir.
“Kamu barışı” kavramı kabaca şunları içerir:
- Toplumda farklı grupların bir arada, çatışma olmadan yaşayabilmesi
- İnsanların güvenlik endişesi duymadan günlük hayatına devam edebilmesi
- Farklı kimlik, inanç, görüş ve yaşam tarzlarının şiddete dönüşmeden ifade edilebilmesi
- Toplumsal düzenin, nefret söylemi ve kışkırtmalarla bozulmaması
Bu nedenle:
- TCK 216 gibi hükümler, farklılıklar üzerinden nefret üretip toplumu çatışmaya sürükleyebilecek söz ve davranışları hedef alır.
- Ama bunu yaparken de, ifade özgürlüğünü tamamen boğmamak gerekir. Bu yüzden kanun, her ağır eleştiriyi değil, kin ve düşmanlığa tahrik eden, aşağılayan ve kamu barışını bozma tehlikesi taşıyan fiilleri suç sayar.
Sonuç olarak:
- “Kamu barışına karşı suçlar” başlığı, bireylerin tek tek onurundan çok, toplumun genel huzurunu ve güvenliğini korumayı amaçlayan suçları ifade eder.
- TCK 216 da bu grubun en çok tartışılan ve en sık gündeme gelen maddelerinden biridir.
Halkı galeyana getirme suçunun unsurları nelerdir?
TCK 216 kapsamındaki “halkı galeyana getirme” niteliğindeki fiiller, kabaca şöyle özetlenebilir: Bir kimsenin, halkın bir kesimini diğerine karşı kışkırtması, halkın bir kesimini aşağılaması veya bir kesimin benimsediği dini değerleri aşağılaması ve bunun kamu barışını bozma tehlikesi yaratması.
Bu suçun oluşması için kanunda aranan bazı ortak temel unsurlar vardır:
- Fail: Herkes olabilir. Özel bir sıfat aranmaz.
- Mağdur: Birey değil, toplumun tamamı veya “halkın bir kesimi”dir.
- Fiil:
- 216/1 için: Halkın bir kesimini diğer kesime karşı kin ve düşmanlığa tahrik etmek.
- 216/2 için: Halkın bir kesimini sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet, bölge vb. sebeplerle aşağılamak.
- 216/3 için: Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamak.
- Manevi unsur: Kasten işlenebilen bir suçtur. Fail, ne yaptığını ve sonucunu bilerek hareket etmelidir.
- Aleniyet: Fiilin “alenen” işlenmesi gerekir.
- Tehlike unsuru:
- 216/1’de “kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike” aranır.
- 216/2’de ayrıca bir tehlike şartı yoktur, aleniyet yeterlidir.
- 216/3’te ise fiilin “kamu barışını bozmaya elverişli” olması gerekir.
Aşağıda bu unsurları tek tek açalım.
Bu suçun oluşması için hangi şartların bir arada bulunması gerekir?
TCK 216 kapsamında bir eylemin “halkı galeyana getirme” suçu sayılabilmesi için, genel olarak şu şartların bir arada bulunması gerekir:
-
Hukuken korunan değer: Korunan temel değer “kamu barışı” ve “toplumsal huzur”dur. Yani devlet, toplum kesimlerinin birbirine düşman hale gelmesini, çatışma ortamı doğmasını engellemek ister.
-
Halkın bir kesimine yönelik olma: Suç, tek tek bireylere karşı değil, “halkın bir kesimine” yöneliktir. Örneğin:
- “X mahallesindeki Suriyeliler…”
- “Y bölgesindeki Aleviler…”
- “Şu siyasi görüşe sahip olanlar…” gibi belirli bir toplumsal gruba yönelmiş olmalıdır.
- Belirli fiilin varlığı (tahrik veya aşağılama):
- 216/1’de: Kin ve düşmanlığa tahrik (kışkırtma) fiili,
- 216/2’de: Halkın bir kesimini aşağılayıcı söz veya davranış,
- 216/3’te: Dini değerleri aşağılayıcı söz veya davranış, somut olarak bulunmalıdır. Sırf kaba, rahatsız edici, sert eleştiri her zaman yeterli olmaz.
-
Aleniyet (açıkça, başkalarının görebileceği şekilde işlenme): Fiil, dar ve gizli bir ortamda değil, başkalarının da öğrenebileceği, duyabileceği, görebileceği bir şekilde işlenmelidir. Bu, suçun temel şartlarındandır.
-
Tehlike şartı (ilgili fıkraya göre):
- 216/1’de: “Kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike” doğmuş olmalıdır.
- 216/3’te: Fiil “kamu barışını bozmaya elverişli” olmalıdır. 216/2’de ise ayrıca böyle bir tehlike şartı aranmaz, aleni aşağılama yeterlidir.
- Kast: Fail, söylediği sözün veya yaptığı paylaşımın niteliğini bilerek hareket etmelidir.
- “Şaka yaptım, farkında değildim” savunması, somut olaya göre değerlendirilebilir ama kastı tamamen ortadan kaldırmaz.
- Hukukta genelde, bu tür ifadeleri kullanan kişinin sonuçlarını öngörebileceği kabul edilir.
Bu şartlardan biri eksikse, çoğu zaman TCK 216 kapsamında “halkı galeyana getirme” suçu oluşmaz; ancak başka suçlar (hakaret, tehdit, nefret ve ayrımcılık vb.) gündeme gelebilir.
“Alenen işlenme” şartı ne demek, hangi durumlarda aleniyet var sayılır?
“Alenen işlenme”, fiilin başkaları tarafından algılanabilir bir ortamda gerçekleştirilmesi demektir. Yani söz, yazı, paylaşım veya davranış, yalnızca fail ile tek bir kişi arasında kalmamalı; üçüncü kişiler tarafından da öğrenilebilir olmalıdır.
Genel kabul gören ölçütler şöyle özetlenebilir:
- Herkesin girebildiği veya görebildiği yerler:
- Sokak, meydan, park, toplu taşıma, kamuya açık toplantılar, mitingler.
- Kafede, restoranda yüksek sesle söylenen sözler. Bu tür yerlerde sarf edilen ifadeler genelde “aleni” kabul edilir.
- Basın ve yayın organları:
- Televizyon programları, radyo yayınları, gazeteler, dergiler.
- İnternet haber siteleri, bloglar, herkese açık web sayfaları. Bunlar doğası gereği aleniyet taşır.
- Sosyal medya paylaşımları:
- Herkese açık Twitter/X, Instagram, Facebook, TikTok, YouTube paylaşımları.
- Takipçi sayısı az da olsa, profil “herkese açık” ise genelde aleni sayılır.
- Kapalı hesaplarda bile, çok sayıda kişinin erişebildiği durumlarda aleniyet tartışılabilir.
- Kalabalık gruplara gönderilen mesajlar:
- Çok sayıda kişinin bulunduğu WhatsApp, Telegram, Discord grupları.
- Özellikle grup üyelerinin birbirini tanımadığı, yarı kamusal nitelikteki gruplar. Bu tür ortamlarda da aleniyet kabul edilebilmektedir.
- Sınırlı, bire bir iletişimde aleniyet yoktur:
- İki kişi arasındaki özel telefon konuşması,
- Bire bir WhatsApp yazışması,
- Evde, yalnızca aile bireylerinin duyduğu bir konuşma, normalde aleni sayılmaz. Ancak bu konuşma kaydedilip geniş kitlelere yayılırsa, aleniyet o aşamada doğar.
Özetle, “aleniyet” için sihirli sayı yoktur. Önemli olan, ifadenin belirli bir çevrenin dışına taşma, geniş bir kitleye ulaşma imkanı taşımasıdır.
“Kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike” ne anlama geliyor?
Bu ifade özellikle TCK 216/1 için kritik bir filtredir. Her sert, kaba, kışkırtıcı söz otomatik olarak suç sayılmasın diye, kanun koyucu ek bir güvence getirmiştir.
“Kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike” şu anlama gelir:
- Açık tehlike: Tehlike, soyut bir ihtimal olmamalı; somut olayda makul bir gözlemci tarafından gerçek ve ciddi olarak algılanabilir olmalıdır.
- “Belki bir gün bir şey olur” düzeyinde, uzak ihtimaller yeterli değildir.
- Sözlerin söylendiği yer, zaman, hedef kitle, toplumdaki gerilim seviyesi birlikte değerlendirilir.
- Yakın tehlike: Tehlike, zaman bakımından da uzak olmamalıdır.
- Sözlerin hemen ardından veya kısa süre içinde, fiili saldırı, linç girişimi, toplumsal çatışma, ciddi gerginlik çıkma ihtimali bulunmalıdır.
- Örneğin, zaten gergin olan bir bölgede, kalabalık bir mitingde, belirli bir gruba karşı “saldırın, kovun, yakıp yıkın” gibi çağrılar yapılması, yakın tehlike doğurabilir.
- Kamu güvenliği: Burada korunan, tek tek kişilerin huzuru değil, genel güvenlik ve kamu düzenidir.
- Toplumsal çatışma, linç, toplu saldırı, yağma, şiddet olayları,
- Kamu otoritesinin güvenliği sağlayamayacak hale gelmesi, gibi sonuçlara yol açma ihtimali aranır.
- Sözün içeriği + bağlam birlikte değerlendirilir: Aynı cümle,
- Sakin bir ortamda, küçük bir gruba söylenirse suç sayılmayabilir.
- Gergin bir ortamda, kalabalık bir mitingde, zaten öfkeli bir kitleye söylenirse “açık ve yakın tehlike” doğurabilir.
Bu ölçüt, ifade özgürlüğünü koruyan önemli bir fren mekanizmasıdır. Yargı kararlarında da sık sık vurgulanır: Sadece rahatsız edici, şok edici, sert sözler değil; somut olarak şiddet ve çatışma riskini yükselten sözler cezalandırılmalıdır.
Suçun mağduru kim sayılıyor, birey mi toplum mu?
TCK 216 kapsamındaki suçlarda mağdur, klasik anlamda tek tek kişiler değildir. Burada:
-
Doğrudan mağdur:
-
“Halkın bir kesimi” veya
-
“Toplumun tamamı” kabul edilir.
-
Bireyler dolaylı mağdurdur: Örneğin, belli bir etnik gruba yönelik nefret söylemi, o gruba mensup her bireyi incitir. Ancak kanun, bu suçu “kamu barışına karşı suçlar” bölümünde düzenlediği için, asıl mağdurun toplum düzeni ve kamu barışı olduğunu kabul eder.
Bu ayrımın pratik sonucu şudur:
- Suç, şikayete tabi değildir; savcılık genelde resen harekete geçer.
- Tek bir kişinin “ben şikayetçi değilim” demesi, kamu davasının açılmasına engel olmaz.
- Yargılama, bireyler arası bir husumet davası gibi değil, kamu düzenini ilgilendiren bir ceza davası olarak yürütülür.
Suça teşebbüs mümkün mü, nerede “teşebbüs” nerede “tamamlanma” kabul edilir?
TCK 216, yapısı gereği tehlike suçu niteliği taşır. Yani çoğu zaman, fiilin tamamlanması için somut bir zarar doğması gerekmez; belirli bir tehlike seviyesine ulaşması yeterlidir. Bu nedenle “teşebbüs” tartışması biraz farklı yürür.
Genel çerçeve şöyle açıklanabilir:
- Suçun tamamlanma anı:
- 216/1 için: Halkın bir kesimini diğer kesime karşı kin ve düşmanlığa tahrik eden söz veya davranış, aleniyet kazanıp kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike doğurduğu anda suç tamamlanmış sayılır.
- 216/2 için: Halkın bir kesimini aşağılayıcı söz veya davranış, alenen gerçekleştiği anda suç tamamlanır. Ek bir tehlike şartı aranmaz.
- 216/3 için: Dini değerleri aşağılayıcı fiil, alenen işlenip kamu barışını bozmaya elverli hale geldiği anda suç tamamlanır.
- Teşebbüsün mümkün olduğu haller: Teşebbüs, failin suçu işlemeye yönelik icra hareketlerine başlamasına rağmen, elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaması durumudur. Örneğin:
- Bir mitingde, kitleye hitap etmek üzere hazırlanan konuşma, güvenlik güçlerince kürsüye çıkmadan engellenirse.
- Sosyal medyada paylaşılmak istenen video, platform tarafından hiç yayımlanmadan teknik olarak engellenirse.
- Nefret içerikli bir bildiriyi dağıtmaya başlamadan önce polis tarafından yakalanırsa.
Bu gibi durumlarda, mahkeme somut olaya göre teşebbüs hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağını tartışabilir. Ancak uygulamada, TCK 216 bakımından teşebbüs hükümlerinin çok sık işletilmediği, çoğu olayda ya suçun oluşmadığı ya da tamamlandığı yönünde değerlendirme yapıldığı görülür.
- Hazırlık hareketleri – icra hareketleri ayrımı:
- Metin yazmak, taslak hazırlamak, kendi bilgisayarında kaydetmek,
- Birkaç arkadaş arasında “böyle bir konuşma yapacağım” diye plan yapmak, genelde hazırlık hareketi sayılır ve cezalandırılmaz.
- Metni kalabalığa okumaya başlamak,
- Videoyu yükleyip “paylaş” tuşuna basmak,
- Bildirileri dağıtmaya fiilen başlamak, ise icra hareketi olarak kabul edilir.
- Tehlike suçlarında teşebbüsün sınırı: Çünkü bu suçlar, tehlike doğduğu anda tamamlanmış sayılır.
- Eğer aleniyet hiç gerçekleşmemişse, çoğu zaman “hazırlık” aşamasında kalınmış olur.
- Aleniyet gerçekleşmiş ama henüz “açık ve yakın tehlike” doğmamışsa, 216/1 bakımından suçun oluşmadığı, dolayısıyla teşebbüs hükümlerinin de uygulanamayacağı yönünde değerlendirmeler yapılabilir. Burada Yargıtay ve yüksek mahkeme içtihatları, somut olay bazında önem taşır.
Özetle:
- 216/2’de, aleni aşağılama gerçekleştiği anda suç tamamlanır; teşebbüs alanı oldukça dardır.
- 216/1 ve 216/3’te ise, hem aleniyet hem de aranan tehlike şartı gerçekleşmeden önce engellenen fiillerde, teorik olarak teşebbüs tartışılabilir; fakat uygulamada çoğu dosyada ya “suç oluşmadı” ya da “tamamlandı” yönünde karar verildiği görülür.
Bu nedenle, pratikte en önemli nokta şudur: Kişi, henüz paylaşmadığı, söylemediği, yaymadığı bir içerik yüzünden genellikle TCK 216’dan sorumlu tutulmaz; ama içerik bir kez aleniyet kazandı mı, “teşebbüs mü, tamamlanma mı” tartışması çoğu zaman tamamlanma yönünde sonuçlanır.
Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu (TCK 216/1) nedir?
TCK 216/1, kısaca “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçunu düzenler. Bu suç, toplum içinde var olan farklı grupları birbirine karşı düşmanlaştıran, nefret duygusunu körükleyen ve bunun sonucunda kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlike oluşturan ifadeleri cezalandırmayı amaçlar.
Kanun metni sadeleştirilmiş haliyle şöyle der diyebiliriz:
- Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet, bölge vb. bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini,
- Diğer bir kesime karşı kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kişi,
- Kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde cezalandırılır.
Yani sadece “sert konuşmak” ya da “ağır eleştiri” yetmez. Hem farklılık temelli bir hedef gösterme olacak, hem de bu sözler toplumsal çatışma riskini somut biçimde yükseltecek.
Bu suçun amacı, özellikle nefret söylemi niteliğindeki ifadelerle toplumun barış içinde bir arada yaşama düzenini korumaktır. Aynı zamanda ifade özgürlüğünü tamamen boğmadan, sadece gerçekten tehlikeli kışkırtmaları cezalandırmaya çalışır.
Halkın bir kesimini diğer kesime karşı kışkırtmak ne demek?
“Halkın bir kesimini diğer kesime karşı kışkırtmak”, basitçe söyleyelim:
- Toplum içindeki bir gruba dönüp,
- Onlara “şu gruptan nefret edin, onlara düşman olun, onlara zarar verin / dışlayın / saldırın” anlamına gelen çağrılar yapmak,
- Bu çağrıları da herkesin duyabileceği şekilde (alenî) yapmak demektir.
Burada önemli noktalar:
- En az iki grup olmalı
- “Halkın bir kesimi”
- “Diğer bir kesim” Örneğin:
- “X şehrindekiler Y şehrindekilere karşı”
- “Müslümanlar ateistlere karşı”
- “A partililer B partililere karşı”
- “Kadınlar erkeklere karşı” veya tersi
- Kışkırtma yönü “duygu” ve “eylem”e dönük Kışkırtma, sadece bilgi vermek ya da fikir açıklamak değildir. Şu tür bir yönlendirme içerir:
- “Onlardan nefret edin”
- “Onlara hayat hakkı tanımayın”
- “Onlara saldırın, zarar verin”
- “Onları mahalleden kovun, iş vermeyin, dışlayın”
- Sadece “ben sevmiyorum” demek yetmez Bir kişinin kendi duygusunu anlatması:
- “Ben X grubundan hoşlanmıyorum”
- “Y görüşünü yanlış buluyorum” gibi ifadeler, tek başına “kışkırtma” sayılmaz. Kışkırtma, başkalarını belli bir gruba karşı kin ve düşmanlığa yöneltme çabasıdır.
- Hedef gösterme ve toplumsal gerilim yaratma Kışkırtma çoğu zaman:
- Hedef grubu “tehlikeli, zararlı, düşman” gibi gösterir,
- Diğer grubu da “kendini savunmaya, saldırmaya, dışlamaya” çağırır.
Özetle: Kendi fikrini söylemek başka, insanları belirli bir gruba karşı nefret ve düşmanlık duygusuna sürüklemeye çalışmak bambaşka bir şeydir. Suç olan, ikincisidir.
Hangi ifadeler “kin ve düşmanlığa tahrik” sayılabilir, nerede sınır aşılır?
Burada net bir “yasaklı cümleler listesi” yok. Değerlendirme her somut olayda, sözün:
- İçeriğine,
- Bağlamına,
- Söyleniş biçimine,
- Söylendiği yer ve zamana,
- Toplumdaki mevcut gerginlik düzeyine
göre yapılır. Yine de genel bir çerçeve çizebiliriz.
Kin ve düşmanlığa tahrike yaklaşan ifade örnekleri:
- Bir grubu “insan yerine koymayan” ifadeler:
- “Onlar insan değil, hayvan bile değil”
- Bir gruba karşı şiddet çağrısı:
- “Onları dövün, mahalleden atın, iş vermeyin”
- “Onları temizlemek lazım, yok etmek lazım”
- Bir grubu “toplumun düşmanı” ilan eden genellemeler:
- “X grubu vatan hainidir, hepsi düşmandır”
- “Y mezhebine mensup olanların hepsi teröristtir”
- Bir gruba karşı sistematik nefret ve dışlama çağrısı:
- “Onlarla alışveriş yapmayın, ev kiralamayın, konuşmayın”
- “Onları görünce yüzüne tükürün, aşağılayın”
Bu tür ifadeler, özellikle gerginlik ortamında ve kalabalık önünde söylendiğinde, “kin ve düşmanlığa tahrik” olarak değerlendirilmeye çok daha yakındır.
Sınırın genelde aşılmadığı, ifade özgürlüğü kapsamında kalan örnekler:
- Bir inancı, ideolojiyi, politik görüşü sert ama genel biçimde eleştirmek:
- “Bu ideoloji ülkeye zarar veriyor”
- “Bu inanç bana göre mantıksız”
- Tarihsel, sosyolojik, politik analiz yapmak:
- “Şu sınıfın şu dönemde şu rolü oynadığını düşünüyorum”
- Mizah, ironi, karikatür (şiddet çağrısı içermediği, nefret ve düşmanlığı körüklemediği sürece)
- “Ben” merkezli, kişisel duygu açıklamaları:
- “Ben X grubuyla aynı ortamda bulunmak istemiyorum” (Kaba, ayrımcı olabilir ama her zaman TCK 216/1 kapsamına girmez.)
Sınırın aşıldığı tipik noktalar:
-
Genelleme + hedef gösterme “Bazıları” değil, “hepsi” deniyorsa ve bu “hepsi” düşmanlaştırılıyorsa.
-
Şiddet veya ağır dışlama çağrısı “Onlara saldırın, zarar verin, yok edin, mahalleden atın” gibi.
-
Toplumsal gerilimi bilerek körükleme Zaten gergin olan bir konuda, kalabalığı daha da öfkelendirecek, taşkınlığa sürükleyecek sözler.
-
Söyleyen kişinin konumu ve etkisi Siyasetçi, kanaat önderi, çok takipçili hesap sahibi gibi kişilerden gelen çağrılar, etkisi daha büyük olduğu için daha ağır değerlendirilebilir.
Unutulmaması gereken nokta şu: Her rahatsız edici, kaba, hatta nefret dolu söz bile otomatik olarak TCK 216/1 kapsamına girmez. Suç için hem nefret/düşmanlık çağrısı, hem de kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike aranır.
Bu fıkrada aranılan özel şartlar neler (farklılık temeli, açık ve yakın tehlike vs.)?
TCK 216/1’in en kritik kısmı, her ağır sözün değil, belirli şartları taşıyan sözlerin suç sayılmasıdır. Bu fıkrada özellikle şu şartlar aranır:
1. Halkın “farklı özelliklere sahip bir kesimi” hedef alınmalı
Kanun, “halkın bir kesimi” derken bunu özellikle bazı farklılık temellerine bağlar. Örneğin:
- Sosyal sınıf (işçi, memur, zengin, yoksul vb.)
- Irk
- Din
- Mezhep
- Cinsiyet
- Bölge (doğulu, batılı, Karadenizli, Egeli vb.)
- Benzeri farklılıklar (etnik köken, dil, yaşam tarzı gibi)
Yani hedef alınan grup, kişisel bir kişi değil, ortak bir kimlik özelliği taşıyan topluluk olmalıdır. Örneğin:
- “Şu kişiden nefret edin” → TCK 216/1 değil, başka suçlar gündeme gelebilir (hakaret, tehdit vb.)
- “X ırkından olanlardan nefret edin” → TCK 216/1’e çok daha yakın.
2. Fiil “alenen” işlenmeli
Bu suçun oluşması için sözlerin:
- Dar, kapalı, tamamen özel bir ortamda değil,
- Başkalarının da duyup öğrenebileceği şekilde,
- Kamuya açık veya en azından geniş bir çevreye ulaşabilir nitelikte
söylenmesi gerekir. Aleniyet şartı, bu suçun “kamu barışına karşı” bir suç olmasından kaynaklanır. Bu konu, ayrı başlıkta daha detaylı incelenebilir; burada sadece TCK 216/1 için de zorunlu olduğunu vurgulayalım.
3. “Kin ve düşmanlığa tahrik” niteliğinde olmalı
Sözler:
- Sadece eleştiri, yorum, analiz değil,
- Hedef gruba karşı olumsuz duygu (kin, nefret, düşmanlık) üretmeye,
- Ve bu duyguyu başkalarına da yaymaya yönelik olmalıdır.
Yani:
- “Ben X grubunu sevmiyorum” → kişisel duygu
- “Hepiniz X grubundan nefret edin, onlara hayat hakkı tanımayın” → tahrik
4. “Kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike” ortaya çıkmalı
Bu, TCK 216/1’in en önemli ve koruyucu filtresidir. Kanun, sadece “tehlike ihtimali var” demekle yetinmez. Şu iki nitelik aranır:
-
Açık tehlike: Tehlike soyut, uzak, belirsiz değil; somut olayda makul bir gözle bakıldığında gerçek ve görünür olmalıdır. Örneğin:
-
Gergin bir ortamda kalabalığa hitap eden bir konuşma,
-
Zaten çatışma riski olan iki grup arasında nefret çağrısı,
-
Kısa sürede fiili saldırıya dönüşme ihtimali yüksek bir kışkırtma.
-
Yakın tehlike: Tehlike, çok uzak bir geleceğe değil, yakın zamana ilişkindir. Yani:
-
“Belki yıllar sonra bir gün birileri etkilenir” düzeyinde değil,
-
“Bu sözler, bugün-yarın somut olaylara, saldırılara, linç girişimlerine yol açabilir” düzeyinde olmalıdır.
Yargı kararlarında genellikle şu tür ölçütlere bakılır:
- Sözlerin söylendiği yer ve zaman (miting, gergin protesto, kriz dönemi vb.)
- Dinleyici kitlesinin yapısı ve sayısı
- Daha önce benzer olayların yaşanıp yaşanmadığı
- Sözlerin tonu, şiddet çağrısı içerip içermediği
- Sözlerden sonra gerçekten olay çıkıp çıkmadığı (tek başına şart değil ama önemli bir gösterge)
Bu şart, ifade özgürlüğü ile kamu güvenliği arasında denge kurmak için getirilmiştir. Yani kanun, “her nefret dolu söz cezalandırılsın” demiyor; “toplumsal barışı somut biçimde tehlikeye atan nefret çağrıları cezalandırılsın” diyor.
5. Kast (bilerek ve isteyerek işleme)
Bu suç, kasıtlı bir suçtur. Fail:
- Ne yaptığını bilmeli,
- Hangi grubu hedef aldığını,
- Onları diğer gruba karşı kin ve düşmanlığa sevk ettiğini,
- Sözlerinin sonuçlarını öngörebilir durumda olmalıdır.
Şaka, mizah, ironi iddiaları bazen bu noktada tartışma konusu olur. Ancak kişi, “şaka” adı altında da olsa, sözlerinin toplumu germe ve çatışma çıkarma ihtimalini bilebilecek durumdaysa, kast tartışması daha karmaşık hale gelir.
Özetle TCK 216/1 kapsamında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçunun oluşması için:
- Hedef alınan bir halk kesimi olmalı (farklılık temelli grup),
- Bu kesim, diğer bir kesime karşı kin ve düşmanlığa kışkırtılmalı,
- Fiil alenen işlenmeli,
- Sözler gerçekten kin ve düşmanlık duygusunu körükleyici nitelikte olmalı,
- Bu durum kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlike yaratmalı,
- Fail bu sonucu bilerek ve isteyerek hareket etmeli.
Bu şartlardan biri eksikse, genellikle TCK 216/1 kapsamında mahkumiyet kararı verilmesi mümkün olmaz; ama başka suç tipleri (hakaret, tehdit, ayrımcılık vb.) gündeme gelebilir.
Halkı aşağılama suçu (TCK 216/2) neyi yasaklıyor?
Halkı aşağılama suçu, kısaca söylemek gerekirse, toplumun belirli bir kesimini sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen küçük düşürmeyi yasaklıyor.
Kanun metni özetle şöyle der: Bir kişi, halkın bir kesimini bu sayılan farklılıklara dayanarak alenen aşağılar ise, 6 aydan 1 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Burada dikkat edilmesi gereken birkaç temel nokta var:
- Korunan şey tek tek bireylerin onuru değil, “halkın bir kesimi”nin saygınlığı ve kamu barışıdır.
- Aşağılama mutlaka “alenî” olmalıdır. Yani dar, tamamen özel bir ortamda söylenen sözler her zaman bu madde kapsamına girmez.
- Bu fıkrada, TCK 216/1’den farklı olarak, “kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike” şartı aranmaz. Sırf alenen aşağılamak bile suçun oluşması için yeterlidir.
Dolayısıyla bu suç, nefret söylemi ve ayrımcı hakaretlerin, toplumsal barışı bozma potansiyeli yüksek olduğu için, ceza hukuku ile sınırlandırılmış halidir.
“Halkın bir kesimini aşağılamak” hangi davranışları kapsar?
“Halkın bir kesimini aşağılamak”, belirli bir grubu insanlık onuruyla bağdaşmayacak şekilde küçümsemek, değersizleştirmek, hakaret etmek, aşağı bir varlık gibi göstermek anlamına gelir.
Bu aşağılamanın, kanunda sayılan farklılıklara dayanması gerekir:
- Sosyal sınıf (işçi, memur, zengin, yoksul, köylü, işsiz vb.)
- Irk
- Din
- Mezhep
- Cinsiyet
- Bölge (örneğin belirli bir şehir, bölge, yöre halkı)
Örnek türden davranışlar (somut olayda hâkimin değerlendirmesi her zaman belirleyicidir):
- Bir ırk veya etnik grup için “pis, aşağılık, hayvan bile değiller” gibi ağır hakaret içeren genelleyici sözler söylemek.
- Belirli bir mezhep veya din mensuplarını “şerefsiz, asalak, yok edilmesi gerekenler” gibi ifadelerle hedef almak.
- Belli bir bölge halkı için “hepsi hırsız, ahlaksız, insan değil” gibi toplu aşağılayıcı söylemler kullanmak.
- Kadınları veya erkekleri, sırf cinsiyetleri nedeniyle “ikinci sınıf, beyin özürlü, sürü” gibi ifadelerle aşağılamak.
Burada önemli olan:
-
Hedefin bir grup olması: “X ırkından olanlar”, “Y dinine inananlar”, “Z bölgesindekiler” gibi. Tek bir kişiye yönelik hakaret genellikle hakaret suçu (TCK 125) kapsamında değerlendirilir, 216/2 kapsamında değil.
-
Genelleyici ve toplu nitelik: “Şu kişi hırsız” demek başka, “bu bölgedekilerin hepsi hırsız” demek başkadır. İkincisi, halkın bir kesimini hedef alır.
-
Aşağılama yoğunluğu: Söz veya davranış, sıradan bir kaba sözden öte, o grubu insanlık onurunu zedeleyecek ölçüde değersizleştirmelidir.
Yargıtay uygulamasında, örneğin bir dinin mensuplarına yönelik “hepiniz katilsiniz, pisliksiniz, defolun” gibi ifadeler, halkın bir kesimini alenen aşağılama suçu kapsamında değerlendirilmiştir.
Sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet, bölge gibi farklılıklar neden özellikle sayılıyor?
Bu farklılıklar, tarihsel ve toplumsal olarak ayrımcılığa en çok konu olan, çatışma ve nefret söylemine en sık hedef olan alanlardır. Kanun koyucu, bu nedenle TCK 216’da bu grupları özellikle sayarak:
- Hangi temellere dayalı aşağılamanın cezalandırılacağını netleştirmek,
- Keyfi yorumları azaltmak,
- Ayrımcılığa uğrama riski yüksek grupları özel olarak korumak istemiştir.
Bu sayımın sonuçları:
-
Sınırlayıcı etki Kanunda sayılmayan bir farklılığa dayanarak yapılan aşağılamalar (örneğin saç rengi, burç, hobi vb.) kural olarak 216/2 kapsamına girmez. Gerekirse başka suç tipleri (hakaret, ayrımcılık vb.) gündeme gelebilir.
-
Ayrımcılık yasağı ile uyum Bu gruplar, Anayasa’daki eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı ile de uyumlu şekilde seçilmiştir. Irk, din, mezhep, cinsiyet gibi temeller, uluslararası insan hakları belgelerinde de özel koruma altındadır.
-
Toplumsal barış boyutu Bu farklılıklar üzerinden yapılan ağır aşağılamalar, sadece bireyleri incitmekle kalmaz, toplumsal kutuplaşmayı ve çatışma riskini artırır. Bu yüzden “kamu barışına karşı suçlar” bölümünde düzenlenmiştir.
Kısaca, kanun “her türlü kabalığı” değil, toplumsal barışı tehdit eden, ayrımcılık temelli aşağılamayı hedef alır.
Eleştiri ile aşağılamayı ayıran ölçütler neler?
Bu noktada en kritik soru şu: Ne zaman “sert eleştiri” sınırındayız, ne zaman “suç oluşturan aşağılamaya” geçiyoruz?
Uygulamada ve doktrinde kullanılan bazı temel ölçütler şöyle özetlenebilir:
1. Hedef alınan şey: Fikir mi, kişi/grup mu?
-
Meşru eleştiri: Bir dinin, mezhebin, ideolojinin, ekonomik sistemin, kültürel pratiğin öğretilerini, kurallarını, tarihsel rolünü, etkilerini eleştirmek mümkündür. Örneğin: “Bu mezhebin şu uygulamasını insan hakları açısından sorunlu buluyorum.” “Bu dinin kadın-erkek eşitliği konusundaki yaklaşımını eleştiriyorum.”
-
Aşağılama: Eleştiri, inancı veya görüşü değil, o inanca sahip insanları hedef aldığında ve onları “aşağı varlıklar” gibi gösterdiğinde suç sınırına yaklaşılır: “Bu dine inananlar geri zekâlıdır, insan bile değiller.” gibi.
2. Üslup ve ifade tarzı
- Eleştiri, sert de olsa akıl yürütmeye, tartışmaya, değerlendirmeye dayanır.
- Aşağılama ise çoğu zaman küfür, hakaret, küçültücü sıfatlar, hayvanlaştırma, şeytanlaştırma içerir.
Örneğin:
- “Bu bölgedeki eğitim politikaları yetersiz, bu yüzden geri kalmışlık var” → Eleştiri.
- “Bu bölgedekiler cahil sürüsü, insan değil” → Aşağılama.
3. Amaç: Tartışma mı, yok sayma/küçük düşürme mi?
- Eleştirinin amacı genellikle tartışma açmak, ikna etmek, yanlış gördüğünü göstermektir.
- Aşağılama ise, o grubu toplum gözünde değersizleştirmek, dışlamak, aşağı bir konuma itmek amacını taşır.
Hâkimler, failin sözlerinin bağlamına, öncesine-sonrasına, konuşmanın bütününe bakarak bu amacı anlamaya çalışır.
4. Bağlam ve ortam
Aynı cümle, bağlama göre farklı değerlendirilebilir:
- Akademik bir tartışmada, mizah programında, sanatsal bir eserde geçen sözler,
- Bir mitingde, kalabalığı kışkırtmak amacıyla, doğrudan bir gruba karşı söylenen sözlerden farklı yorumlanabilir.
Yargı kararlarında, ifadenin geçtiği ortam, konuşmanın bütünü, hedef kitle, zamanlama gibi unsurlar önemlidir.
5. Genel yarar ve ifade özgürlüğü dengesi
Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatlarında, ifade özgürlüğü:
- Şoke edici, rahatsız edici, incitici fikirleri de kapsar.
- Ancak nefret söylemi ve ayrımcılık temelli ağır aşağılamalar bu korumanın dışına çıkabilir.
Bu nedenle:
- Bir görüşü, ideolojiyi, dini, mezhebi, kültürü sert biçimde eleştirmek çoğu zaman korunur.
- Fakat “şu ırktan olanlar aşağılık, yok edilmesi gerekir” gibi sözler, artık ifade özgürlüğü değil, nefret söylemi ve aşağılamadır ve TCK 216/2 kapsamında değerlendirilebilir.
Özetle:
- TCK 216/2, halkın bir kesimini, sayılan farklılıklara dayanarak alenen aşağılamayı yasaklar.
- Eleştiri, fikir ve inançlara yöneldiği, insanları hedef almadığı ve insanlık onurunu zedelemediği sürece korunur.
- Aşağılama ise, bir grubu “insanlık onuruyla bağdaşmayacak şekilde” değersizleştirdiği anda, ceza hukuku alanına girer.
Bu çizgi her zaman çok net olmayabilir; bu yüzden somut olayda ifadenin tamamı, bağlamı, üslubu ve amacı birlikte değerlendirilir.
Dini değerleri aşağılama suçu (TCK 216/3) nasıl yorumlanıyor?
TCK 216/3, kısaca “dini değerleri aşağılama suçu” olarak bilinir. Bu hüküm, halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen ve kamu barışını bozmaya elverişli şekilde aşağılayan kişiyi cezalandırmayı amaçlar. Yani sadece “dini eleştirmek” değil, bu eleştirinin ötesine geçip, inananların dini değerlerini küçültücü, horlayıcı bir biçimde hedef almak ve bunun toplumda somut bir gerginlik, çatışma riski yaratması söz konusudur.
Bu suçun üç temel ayağı vardır:
- Dini değerlerin aşağılanması
- Bu fiilin alenen işlenmesi
- Fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması
Bu üçü bir arada yoksa, TCK 216/3 kapsamında ceza verilmesi mümkün değildir. Hem doktrin hem Yargıtay hem de Anayasa Mahkemesi kararlarında bu üç unsurun altı özellikle çizilir.
Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağılamak ne demek?
Buradaki “dini değerler” kavramı oldukça geniş yorumlanır. Sadece dinin adı ya da kutsal kitabı değil, o dine mensup kişilerce kutsal veya saygıdeğer kabul edilen pek çok unsur bu kapsama girer:
- İnanç sistemi (örneğin belli bir dinin temel inanç esasları)
- Dini büyükler, peygamberler, din önderleri
- İbadet yerleri (cami, kilise, sinagog vb.)
- İbadet şekilleri ve ritüeller (namaz, oruç, vaftiz, ayin vb.)
- Dini semboller (başörtüsü, haç, takke, mezar taşları gibi)
“Aşağılama” ise, hukuki yazında ve yargı kararlarında genellikle şöyle tarif edilir: Bir değeri önemsiz, değersiz, anlamsız, gereksiz, gülünç göstermek; onu küçültmek; hor görmek; bu yolla o değere duyulan saygı ve güven duygusunu sarsmak.
Dolayısıyla:
- “Bu dinin şu uygulamasını yanlış buluyorum, bana mantıklı gelmiyor.” gibi eleştirel bir ifade, tek başına aşağılamak sayılmaz.
- Buna karşılık, “Şu dine inananlar aptaldır, ibadetleri saçmalıktır.” gibi hakaret içeren, toptan küçültücü sözler, aşağılamaya çok daha yakındır.
Önemli bir nokta: Suçun oluşması için, mutlaka bir halk kesiminin benimsediği dini değer hedef alınmalıdır. Yani tamamen hayali bir din uydurup onu aşağılamak, pratikte bu madde kapsamına girmez. Ayrıca, kişi kendi inandığı dinin değerlerini de aşağılayabilir; bu durumda da, o dine mensup diğer kişiler bakımından suç oluşabilir.
“Kamu barışını bozmaya elverişli” olma şartı nasıl değerlendirilir?
TCK 216/3’teki en kritik ve en çok tartışılan unsur, “fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması” şartıdır. Kanun koyucu, her dini inciten, rahatsız eden sözün cezalandırılmasını değil, toplumsal barışı somut olarak tehlikeye sokabilecek ifadeleri hedef almıştır.
Burada birkaç önemli nokta var:
- Bu bir “somut tehlike suçu”dur. Yani sadece teorik, soyut bir ihtimal yetmez. Hakim, somut olayda gerçekten bir tehlike doğup doğmadığını ya da doğma riskinin ciddi olup olmadığını incelemek zorundadır.
- Örneğin, gerginliğin zaten yüksek olduğu bir bölgede, kalabalık bir ortamda, dini değerlere ağır hakaret içeren bir konuşma yapmak, somut tehlike yaratmaya daha yakındır.
- Buna karşılık, sınırlı takipçisi olan bir hesapta, tartışma bağlamında yapılmış sert ama soyut bir paylaşımda bu tehlikeyi göstermek daha zordur.
-
“Elverişlilik” ile “fiilen bozulma” aynı şey değildir. Kamu barışının gerçekten bozulmuş olması (olay çıkması, kavga, linç girişimi vb.) şart değildir. Ancak, fiilin bu tür sonuçlara yol açmaya elverişli olduğunun somut olgularla gösterilmesi gerekir. Sadece “bazı kişiler rahatsız oldu, şikayet etti” demek yetmez.
-
Rahatsızlık – tehlike ayrımı Anayasa Mahkemesi ve doktrin, “sırf bir kesimin rahatsız olması, incinmesi, kızması”nın tek başına kamu barışını bozmaya elverişlilik anlamına gelmediğini vurgular.
- Rahatsızlık, demokratik toplumda ifade özgürlüğünün doğal sonucudur.
- Tehlike ise, somut çatışma, şiddet, toplumsal gerginlik ihtimalinin belirginleşmesidir.
Bu nedenle, iyi bir yargılama pratiğinde mahkeme, kararında şu sorulara cevap arar:
- Olayın geçtiği yer ve zaman nasıl bir ortam?
- Hedef alınan dini grup ile diğer gruplar arasında zaten bir gerginlik var mı?
- Söz veya davranış, kalabalık bir ortamda mı, geniş kitlelere mi ulaştı?
- Sonrasında fiili saldırı, tehdit, toplu tepki, karşı gösteri gibi olaylar yaşandı mı ya da ciddi şekilde beklenebilir miydi?
Bu sorulara somut cevap verilmeden, sadece “dini değerler aşağılandı, o halde kamu barışı tehlikeye girdi” denilmesi, güncel içtihatlara göre yeterli görülmemektedir.
Din ve inanç özgürlüğü ile ifade özgürlüğü arasındaki denge nasıl kuruluyor?
Bu suçun en hassas tarafı, iki temel hakkın kesişim noktasında durmasıdır:
- Bir yanda ifade özgürlüğü (Anayasa m.26, AİHS m.10)
- Diğer yanda din ve vicdan özgürlüğü ile dini duygulara saygı hakkı (Anayasa m.24, AİHS m.9)
Hem Anayasa Mahkemesi hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bu dengeyi kurarken bazı temel ilkeler kullanır:
-
İfade özgürlüğü sadece “hoş” fikirler için değildir. Şok edici, rahatsız edici, sarsıcı düşünceler de koruma altındadır. Özellikle din ve inançlar, kamusal tartışmanın merkezinde yer alan konulardır; bu alanlarda eleştiri, sorgulama, hatta sert ifade tarzı dahi çoğu zaman koruma görür.
-
Dini eleştiri ile nefret söylemi / hakaret ayrımı
- Bir dinin tarihsel kökenlerini, öğretilerini, kurumlarını, uygulamalarını akıl yürütme, mizah, sanat, akademik tartışma çerçevesinde eleştirmek, kural olarak ifade özgürlüğü kapsamındadır.
- Buna karşılık, belirli bir dine inananları aşağılayan, insanlık dışı gösteren, şiddete hedef haline getiren ifadeler, artık nefret söylemine yaklaşır ve ceza hukuku devreye girebilir.
- “Kamu barışını bozmaya elverişlilik” burada bir filtre görevi görür. Bu şart, TCK 216/3’ün her rahatsız edici dini eleştiriyi cezalandıran bir “düşünce suçu”na dönüşmesini engellemek için konulmuş bir güvenlik supabı gibidir.
- Sadece “çoğunluğun hoşuna gitmeyen” ya da “dini duyguları inciten” sözler değil,
- Toplumsal barışı somut olarak tehlikeye atan, gerginliği tırmandıran, çatışma riskini artıran ifadeler cezalandırılmalıdır.
- Demokratik toplumda çoğunluk – azınlık dengesi Güncel tartışmalarda, bu maddenin özellikle dine eleştirel bakan azınlık görüşleri baskılamak için kullanıldığı yönünde eleştiriler de var. Bu eleştiriler, çoğunluğun inançlarının “dokunulmaz” hale getirilmesinin, laik ve demokratik hukuk devletiyle bağdaşmadığını savunuyor.
Yargısal yaklaşım ise idealde şöyle olmalı:
- Ne dindarların dini duyguları tamamen görmezden gelinsin,
- Ne de bu duygular, her eleştiriyi susturacak bir “ceza sopası”na dönüşsün.
- Somut olay incelemesi şart Bu denge, her dosyada ayrı ayrı kurulmak zorunda. Aynı cümle,
- Bir televizyon programında,
- Bir sanat eserinde,
- Küçük bir arkadaş grubundaki tartışmada,
- Ya da gergin bir mitingde söylendiğinde, hukuki sonucu farklı olabilir.
Mahkemeler, bağlamı, konuşmanın amacını, üslubunu, hedef kitlesini ve doğurduğu etkileri birlikte değerlendirerek, “burada ifade özgürlüğü mü ağır basıyor, yoksa kamu barışını koruma ihtiyacı mı?” sorusuna cevap arar.
Özetle:
- TCK 216/3, dini değerleri eleştirmeyi değil,
- Bu değerleri, inananları hedef alacak şekilde aşağılayıp,
- Toplumsal barışı somut olarak tehlikeye atan davranışları cezalandırmayı amaçlar.
Bu çizgi her zaman çok net olmayabilir. Bu yüzden, özellikle sosyal medyada veya kamusal alanda dinle ilgili sert ifadeler kullanmadan önce, hem hukuki sınırları hem de toplumsal etkileri düşünmek, ileride bir soruşturma veya dava ile karşılaşmamak açısından önemlidir.
Halkı galeyana getirme suçunun cezası ne kadar?
Halkı galeyana getirme denildiğinde, Türk Ceza Kanunu’nda aslında doğrudan bu isimle bir madde yoktur. Uygulamada bu ifade, çoğunlukla TCK 216’daki üç ayrı suç tipi için kullanılır:
- Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama (TCK 216/1)
- Halkın bir kesimini aşağılama (TCK 216/2)
- Dini değerleri aşağılama (TCK 216/3)
Bu üç fıkranın her birinin ceza aralığı, uygulama şartları ve para cezasına çevrilme ihtimali farklıdır. Aşağıda bunları tek tek, sade bir dille özetleyelim.
TCK 216/1, 216/2 ve 216/3 için öngörülen hapis cezaları nelerdir?
1) TCK 216/1 – Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama
Bu fıkrada, halkın bir kesimini diğer bir kesime karşı kin ve düşmanlığa tahrik etmek veya aşağılamak söz konusudur. Suçun oluşması için ayrıca “kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike” şartı aranır.
- Öngörülen ceza: 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası
- Alt sınır: 1 yıl
- Üst sınır: 3 yıl
Bu nedenle, mahkeme suçun oluştuğuna kanaat getirirse, kural olarak bu aralıkta bir hapis cezası belirler.
2) TCK 216/2 – Halkın bir kesimini aşağılama
Bu fıkrada, halkın bir kesiminin;
- sosyal sınıfına,
- ırkına,
- dinine,
- mezhebine,
- cinsiyetine,
- bölgesel kökenine (örneğin “şu bölgeden olanlar”)
dayanarak aşağılanması söz konusudur. Burada 1. fıkradaki gibi “açık ve yakın tehlike” şartı aranmaz, ancak aşağılama düzeyine ulaşmış bir ifade gerekir.
- Öngörülen ceza: 6 aydan 1 yıla kadar hapis veya adli para cezası
Burada kanun koyucu, hâkime hapis yerine doğrudan adli para cezası verme imkânı da tanımıştır.
3) TCK 216/3 – Dini değerleri aşağılama
Bu fıkrada, halkın bir kesiminin benimsediği dini değerlerin alenen aşağılanması söz konusudur. Ancak her ağır eleştiri suç değildir. Suçun oluşması için bu davranışın “kamu barışını bozmaya elverişli” olması gerekir.
- Öngörülen ceza: 6 aydan 1 yıla kadar hapis cezası
Bu fıkrada, 2. fıkradan farklı olarak kanunda açıkça “veya adli para cezası” ibaresi yoktur. Yani temel yaptırım hapis cezasıdır; ancak hâkim, şartları varsa bu hapis cezasını daha sonra adli para cezasına çevirebilir.
Hangi durumda ceza alt sınırdan, hangi durumda üst sınıra yakın verilir?
Hakim, ceza belirlerken TCK 61’de sayılan ölçütlere göre hareket eder. Yani ceza “rastgele” değil, bazı kriterlere göre alt sınıra yakın veya üst sınıra yakın belirlenir. Uygulamada dikkate alınan başlıca ölçütler şöyle özetlenebilir:
1) Fiilin işleniş biçimi
- İfade bir defaya mahsus, anlık bir öfke patlaması şeklinde mi?
- Yoksa sistematik, planlı, tekrar eden bir kampanya mı?
- Sadece sözlü mü, yoksa afiş, broşür, video, sosyal medya kampanyası gibi daha geniş kitlelere ulaşan yöntemlerle mi?
Daha örgütlü, planlı ve yaygın eylemlerde ceza genellikle üst sınıra yakın belirlenir.
2) Kullanılan ifadelerin ağırlığı
- İfade, sadece sert bir eleştiri mi?
- Yoksa doğrudan “şiddet çağrısı”, “linç çağrısı” veya çok ağır hakaretler mi içeriyor?
- Hedef alınan kesime yönelik “yok edilme, sürülme, saldırıya uğrama” çağrısı var mı?
İfade ne kadar ağır, aşağılayıcı ve şiddete yakın ise, ceza o kadar yukarıdan verilmeye meyilli olur.
3) Suçun sonuçları ve etkisi
- Söylenen sözler veya paylaşımlar gerçekten olay çıkmasına, kavga, saldırı, linç girişimi gibi somut olaylara yol açmış mı?
- Toplumda ciddi bir gerilim, korku, panik yaratmış mı?
- Yoksa sınırlı bir çevrede kalmış, fiili bir sonuç doğurmamış mı?
Somut olayda kamu barışının ciddi şekilde bozulduğu durumlarda, mahkemeler genellikle cezayı üst sınıra yakın belirler.
4) Failin kastı ve amacı
- Kişi gerçekten kışkırtma, düşmanlık yaratma amacıyla mı konuşmuş?
- Yoksa bağlam mizah, ironi, sanat, akademik tartışma mı?
- Fail, sonradan pişmanlık göstermiş mi, sözlerini geri almış mı, özür dilemiş mi?
Amaç doğrudan nefret yaymak, düşmanlık körüklemek ise, bu durum cezayı artırıcı yönde değerlendirilir. Tersine, pişmanlık, özür, zararı giderme gibi haller cezayı alt sınıra yaklaştırabilir.
5) Failin kişisel durumu ve sabıkası
- Daha önce benzer suçlardan sabıkası var mı?
- İlk defa mı böyle bir fiille karşı karşıya?
- Sosyal ilişkileri, geçmiş yaşamı, yargılama sürecindeki tutumu nasıl?
İlk defa suç işleyen, yargılama sürecinde saygılı ve pişman bir tutum sergileyen kişiler için mahkemeler çoğu zaman alt sınıra yakın ceza verir. Tekrarlayan, ısrarlı, örgütlü nefret söylemi failleri için ise üst sınıra yaklaşma eğilimi artar.
Bu suçlarda adli para cezasına çevirme mümkün mü, hangi şartlarda uygulanır?
Burada iki ayrı şeyi ayırmak önemli:
- Kanunda doğrudan “hapis veya adli para cezası” olarak düzenlenen haller
- Hapis cezasının sonradan adli para cezasına çevrilmesi (TCK 50)
Bu ayrımı TCK 216 bakımından inceleyelim.
1) TCK 216/2’de doğrudan “hapis veya adli para cezası” imkânı
TCK 216/2’de, ceza “6 aydan 1 yıla kadar hapis veya adli para cezası” şeklinde düzenlenmiştir. Yani hâkim, daha baştan:
- Ya hapis cezası verebilir
- Ya da doğrudan adli para cezasına hükmedebilir
Bu tercih yapılırken genellikle şu hususlar dikkate alınır:
- Failin sabıkasız olması
- Fiilin bir defaya mahsus ve sınırlı etkide kalması
- İfadenin ağırlığının nispeten daha düşük olması
- Failin pişmanlık göstermesi, özür dilemesi
- Kamu barışına etkisinin sınırlı olması
Bu tür durumlarda mahkemeler, özellikle 216/2 bakımından doğrudan adli para cezası vermeye daha yatkın olabilir.
2) TCK 216/1 ve 216/3’te hapis cezasının para cezasına çevrilmesi mümkün mü?
TCK 216/1 ve 216/3’te temel yaptırım hapis cezasıdır. Ancak Türk Ceza Kanunu’nun genel hükümleri gereği, bazı şartlar varsa hâkim bu hapis cezasını adli para cezasına çevirebilir.
Genel çerçeve şöyle:
- Kural olarak, 1 yıl veya daha az süreli hapis cezaları, bazı istisnalar dışında, adli para cezasına çevrilebilir.
- 216/1’de alt sınır 1 yıl olduğu için, mahkeme tam 1 yıl hapis verirse, teorik olarak bu ceza para cezasına çevrilebilir.
- 216/3’te ceza 6 ay – 1 yıl arasıdır. Burada da 1 yıl veya altında verilen hapis cezaları için, şartları varsa para cezasına çevirme mümkündür.
Ancak bu tamamen hakimin takdirindedir. Hakim, suçun niteliğine, failin kişiliğine, olayın etkisine bakarak:
- Hapis cezasını aynen infaz edilmek üzere bırakabilir
- Veya adli para cezasına çevirebilir
- Veya hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) ya da erteleme gibi kurumları uygulayabilir (şartları varsa)
3) Para cezasına çevirme ihtimalini artıran veya azaltan durumlar
Para cezasına çevirme ihtimalini artıran haller:
- Failin daha önce sabıkasının olmaması
- Suçun ilk kez işlenmiş olması
- İfadenin sınırda olması, yani çok ağır olmaması
- Failin yargılama sürecinde pişmanlık göstermesi, özür dilemesi
- Fiilin somut bir şiddet olayına yol açmamış olması
- Toplumda geniş çaplı bir gerilim veya çatışma yaratmamış olması
Bu tür durumlarda mahkemeler, özellikle 216/2 ve 216/3 bakımından, hapis cezasını para cezasına çevirme veya doğrudan para cezası verme yoluna daha sık gidebilir.
Para cezasına çevirme ihtimalini azaltan haller:
- İfadelerin çok ağır, aşağılayıcı, nefret dolu olması
- Açıkça şiddet çağrısı içermesi
- Fiilin somut olaylara, saldırılara, linç girişimlerine yol açması
- Failin örgütlü hareket etmesi, sistematik kampanya yürütmesi
- Failin pişmanlık göstermemesi, benzer paylaşımlara devam etmesi
- Daha önce benzer suçlardan mahkumiyetinin bulunması
Bu gibi durumlarda mahkemeler, kamu düzenini koruma amacıyla, hapis cezasını aynen uygulama eğiliminde olabilir ve para cezasına çevirme yoluna gitmeyebilir.
4) Uygulamada ne beklenmeli?
Özetlemek gerekirse:
-
TCK 216/2:
-
Kanun zaten “hapis veya adli para cezası” diyor.
-
İlk defa işleyen, pişman olan, ifadesi çok ağır olmayan kişiler için doğrudan para cezası veya kısa süreli hapis + HAGB/erteleme/para cezasına çevirme sık görülen bir sonuç olabilir.
-
TCK 216/1 ve 216/3:
-
Temel yaptırım hapis.
-
Ancak ceza 1 yıl ve altında belirlenirse, hâkim uygun görürse adli para cezasına çevirebilir.
-
Fiilin ağırlığı, sonuçları ve failin tutumu burada belirleyici olur.
Her somut olayın şartları farklıdır. Bu nedenle, hakkında soruşturma veya dava olan bir kişinin, kendi dosyasındaki delilleri ve riskleri değerlendirebilmesi için mutlaka bir ceza avukatından birebir hukuki destek alması en sağlıklı yoldur. Buradaki bilgiler, genel çerçeveyi anlamaya yöneliktir; somut dosya için bağlayıcı hukuki görüş yerine geçmez.
Suçun nitelikli halleri: ceza hangi durumlarda artar?
Halkı galeyana getirme başlığı altında anılan TCK 216 suçları, bazı durumlarda daha tehlikeli görülür ve bu hallerde ceza artırılır. Özellikle mesajın çok geniş kitlelere ulaşması, örgütlü hareket edilmesi ya da sistematik bir kampanya yürütülmesi, mahkemelerin gözünde “daha ağır” bir tablo oluşturur.
Bu noktada devreye TCK 218 ve genel ceza hukuku ilkeleri girer. Aşağıda hem kanundaki açık düzenlemeyi hem de uygulamada nasıl yorumlandığını sade bir dille bulabilirsiniz.
TCK 218 nedir, halkı galeyana getirme ile nasıl bağlantılıdır?
TCK 218, “kamu barışına karşı suçlar” bölümünde yer alan bazı suçların basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde cezanın artırılmasını düzenleyen özel bir maddedir. Bu maddede TCK 216 da açıkça sayılır.
Basitçe söyleyelim:
- TCK 216 kapsamındaki üç suçtan biri işlenirse:
- Halkı kin ve düşmanlığa tahrik (216/1)
- Halkı aşağılama (216/2)
- Dini değerleri aşağılama (216/3)
- Ve bu fiil basın ve yayın yolu ile işlenmişse,
- TCK 218 devreye girer ve verilecek hapis cezası yarı oranına kadar artırılabilir.
Buradaki bağlantı şöyle özetlenebilir:
- TCK 216, “hangi fiil suçtur, cezası nedir” sorusunu cevaplar.
- TCK 218 ise “bu suç basın ve yayın yoluyla işlenirse ceza nasıl artar” sorusunu cevaplar.
Yani TCK 218, TCK 216’ya ek bir ceza artırımı getiren, tamamlayıcı bir hükümdür. Suçun temel şekli 216’da, nitelikli hali ise 218’de düzenlenmiştir.
Basın ve yayın yoluyla (TV, gazete, internet, sosyal medya) işlenirse ceza nasıl artar?
Günümüzde halkı galeyana getirme iddialarının önemli bir kısmı artık internet ve sosyal medya üzerinden gündeme geliyor. Kanun ise “basın ve yayın yolu” ifadesini kullanıyor. Uygulamada bu kavram oldukça geniş yorumlanıyor.
Basın ve yayın yolu neleri kapsar?
Genel olarak şu araçlar bu kapsamda kabul edilir:
- Televizyon programları, haber bültenleri, tartışma programları
- Radyo yayınları
- Gazete ve dergiler (basılı veya dijital)
- İnternet haber siteleri
- Blog yazıları, köşe yazıları
- YouTube videoları, podcastler
- Sosyal medya paylaşımları (Twitter/X, Facebook, Instagram, TikTok vb.)
- Geniş kitlelere açık internet yayınları ve canlı yayınlar
Önemli olan, mesajın basın ve yayın araçlarıyla, çok sayıda kişiye ulaşmaya elverişli şekilde yayılmasıdır. Yani sadece “klasik medya” değil, dijital mecralar da bu kapsamda değerlendirilir.
Ceza nasıl artar?
- TCK 216’daki temel ceza belirlendikten sonra,
- TCK 218 uyarınca bu ceza yarı oranına kadar artırılır.
- Örneğin:
- Diyelim ki mahkeme, TCK 216/1 için 2 yıl hapis cezası verdi.
- Fiil sosyal medya üzerinden işlendiği için TCK 218 uygulanırsa,
- Ceza 2 yılın yarısı kadar artırılabilir ve 3 yıla kadar çıkarılabilir.
“Yarı oranına kadar” ifadesi, hakime bir takdir alanı bırakır. Yani her dosyada otomatik olarak tam yarı oranında artış yapılmak zorunda değildir. Hakim, somut olayın özelliklerine göre:
- Mesajın ulaştığı kitleyi,
- Etki gücünü,
- Failin konumunu (örneğin siyasetçi, gazeteci, kanaat önderi olması),
- Suçun işleniş biçimini
dikkate alarak artırım oranını belirler.
Neden daha ağır cezalandırılıyor?
Çünkü basın ve yayın yoluyla işlenen fiiller:
- Çok daha geniş kitlelere ulaşabilir.
- Toplumsal gerilimi kısa sürede yükseltebilir.
- Kamu barışını bozma ihtimali daha yüksektir.
Bu nedenle kanun koyucu, aynı sözün küçük bir gruba söylenmesi ile milyonlara ulaşan bir yayında söylenmesini aynı kefeye koymamıştır.
Suçu örgütlü şekilde veya sistematik kampanya ile işlemek cezayı etkiler mi?
TCK 216 ve 218’de “örgütlü işlenme” veya “kampanya yürütme” açıkça sayılmış özel bir nitelikli hal olarak yer almaz. Yani kanunda “örgütlü işlenirse şu kadar artırılır” diye ayrı bir fıkra yoktur.
Ancak bu, örgütlü veya kampanya şeklinde işlenen fiillerin cezada etkisiz kalacağı anlamına gelmez. Aksine, hem genel hükümler hem de hakimin takdir yetkisi nedeniyle bu durumlar çoğu zaman cezayı ağırlaştırıcı etki yapar.
Bunu üç başlıkta düşünebiliriz:
1. Örgütlü suç işleme ve genel hükümler
Eğer fiil, Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanan anlamda bir suç örgütü kapsamında işleniyorsa:
- Ayrı bir “örgüt kurma, yönetme veya üye olma” suçu da gündeme gelebilir.
- Bu durumda kişi hem TCK 216’dan hem de örgüt suçundan sorumlu tutulabilir.
- Böylece toplam ceza ciddi şekilde yükselebilir.
Her birlikte hareket etme “örgüt” sayılmaz. Örgüt için:
- Devamlılık,
- Hiyerarşi,
- Suç işleme amacı etrafında birleşme
gibi unsurlar aranır. Ama bu şartlar varsa, tablo ağırlaşır.
2. Sistematik kampanya, planlı ve ısrarlı hareket
Bazen ortada teknik anlamda bir “örgüt” olmasa da, belli bir hedef kitleye karşı:
- Uzun süreli,
- Planlı,
- Tekrarlanan,
- Koordine edilmiş
bir propaganda veya karalama kampanyası yürütülebilir.
Bu durumda:
- Hakim, temel cezayı belirlerken bu durumu aleyhe takdir sebebi olarak görebilir.
- Yani kanunda yazan alt ve üst sınırlar arasında, daha üst sınıra yakın bir ceza verebilir.
- Özellikle sosyal medya üzerinden “linç kampanyası”, “nefret kampanyası” gibi süreçler bu kapsamda değerlendirilebilir.
3. Birden fazla fiil ve zincirleme suç ihtimali
Kişi aynı mağdur gruba yönelik, aynı suç işleme kararıyla:
- Birden fazla paylaşım yapıyorsa,
- Farklı zamanlarda ama aynı içerikte kışkırtıcı veya aşağılayıcı ifadeleri tekrarlıyorsa,
zincirleme suç hükümleri gündeme gelebilir. Bu durumda:
- Tek bir suç işlenmiş sayılır ama
- Ceza, zincirleme suç nedeniyle artırılır.
Bu da pratikte, sistematik kampanya yürüten kişinin cezasının, tek seferlik paylaşıma göre daha ağır olmasına yol açar.
Özetle:
- TCK 218, TCK 216 kapsamındaki suçların basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde cezanın yarı oranına kadar artırılmasını öngören özel bir maddedir.
- TV, gazete, internet ve sosyal medya gibi araçlarla çok geniş kitlelere ulaşan ifadeler, bu nedenle daha ağır sonuçlar doğurabilir.
- Örgütlü hareket, sistematik kampanya, tekrarlanan paylaşımlar gibi durumlar ise:
- Ya ayrıca örgüt suçunu gündeme getirir,
- Ya da hakimin temel cezayı üst sınıra yakın belirlemesine ve/veya zincirleme suç hükümleriyle artırıma yol açar.
Bu yüzden özellikle kamusal etkisi yüksek konumda olan kişilerin, medya ve sosyal medya üzerinden yaptıkları açıklamalarda TCK 216 ve 218’in sonuçlarını bilerek hareket etmeleri, hukuki riskleri azaltmak açısından son derece önemlidir.
Sosyal medya paylaşımları halkı galeyana getirme suçu sayılır mı?
Sosyal medya, “halkı galeyana getirme” tartışmalarının en çok döndüğü alanlardan biri haline geldi. Çünkü artık kitlelere en hızlı şekilde Twitter (X), Instagram, YouTube, TikTok, Facebook, Telegram, WhatsApp gibi mecralar üzerinden ulaşılıyor.
Türk Ceza Kanunu’nda “halkı galeyana getirme” diye ayrı bir madde yoktur. Uygulamada bu ifade, çoğunlukla TCK 216 kapsamındaki suçlar (halkı kin ve düşmanlığa tahrik, halkı aşağılama, dini değerleri aşağılama) için kullanılır. Sosyal medya paylaşımları da, şartları oluştuğunda bu suçlara konu olabilir.
Burada kritik noktalar şunlardır:
- Paylaşım aleni mi, yani başkalarının görmesine açık mı
- İçerik, halkın bir kesimini diğerine karşı kin ve düşmanlığa tahrik ediyor mu
- İçerik, halkın bir kesimini veya dini değerlerini aşağılıyor mu
- Paylaşım, kamu barışını bozma tehlikesi yaratmaya elverişli mi
Bu sorulara “evet” cevabı verilebiliyorsa, sosyal medya içeriği TCK 216 kapsamında değerlendirilip “halkı galeyana getirme” şeklinde nitelendirilebilir.
Tweet, yorum, video, canlı yayın paylaşmak bu suça girebilir mi?
Kısaca: Evet, girebilir. Ama her sert söz, her ağır eleştiri otomatik olarak suç değildir. İçeriğin hem şekli hem de etkisi birlikte değerlendirilir.
1. Hangi tür paylaşımlar teorik olarak kapsamda olabilir?
Aşağıdaki türde içerikler, şartları varsa TCK 216 kapsamına sokulabilir:
- Twitter/X’te atılan tweet veya yanıtlar
- Instagram, Facebook, TikTok’ta yapılan gönderi ve yorumlar
- YouTube, Twitch, TikTok gibi platformlarda yapılan video ve canlı yayınlar
- Açık Telegram kanalları, herkese açık Facebook grupları, herkese açık forum paylaşımları
Burada önemli olan, içeriğin:
- Halkın bir kesimini (örneğin belli bir etnik grup, mezhep, bölge halkı, cinsiyet, cinsel yönelim, siyasi görüş grubu vb.)
- Diğer bir kesime karşı kin ve düşmanlığa kışkırtması veya
- Bu kesimi aşağılaması, onur ve saygınlığını hedef alması veya
- Bu kesimin dini değerlerini aşağılaması
ve bunların kamu barışını bozma tehlikesi yaratmaya elverişli olmasıdır.
2. Sadece sert eleştiri yeterli mi?
Hayır. Örneğin:
- “X partinin politikalarını çok yanlış buluyorum, ülkeyi batırıyorlar”
- “Bu tarikatın uygulamaları hukuka aykırı, kapatılmalı”
- “Şu ekonomik sınıfın ayrıcalıkları haksız, sistem değişmeli”
gibi ifadeler, kaba da olsa çoğu durumda siyasi/sosyal eleştiri kapsamında değerlendirilir.
Suç ihtimali daha çok şu tür ifadelerde gündeme gelir:
- “Şu gruba karşı nefret besleyin, onlara saldırın, onlara hayat hakkı tanımayın”
- “Bu kesimi mahallelerinizden kovun, iş vermeyin, linç edin”
- “Şu mezhepten olanlar insan değildir, hepsini yok etmek gerekir”
Bu tür ifadeler, hem kin ve düşmanlığa tahrik hem de kamu barışını bozma tehlikesi bakımından risklidir.
3. Canlı yayın ve video içerikleri
Canlı yayınlarda:
- Anlık öfkeyle söylenen sözler
- Seyirciyi belli bir gruba karşı fiili saldırıya, linçe, şiddete çağıran cümleler
- “Şu an toplanın, gidip şurayı basın” gibi çağrılar
TCK 216 yanında, başka suçları da gündeme getirebilir (örneğin suça tahrik, suç işlemeye alenen teşvik gibi).
Video içeriklerinde ise:
- Video kalıcı olduğu için, yayılma ve etki alanı daha geniş kabul edilebilir.
- Bu da “kamu barışını bozma tehlikesi” değerlendirmesinde aleyhe bir unsur olabilir.
4. Yorumlar da önemli
“Ben sadece yorum yazdım” demek de her zaman kurtarıcı değildir. Yorum:
- Aleni ise
- İçeriği TCK 216 kapsamına giriyorsa
- Özellikle çok sayıda kişi tarafından görülüyorsa
soruşturma konusu olabilir. Uygulamada, bazı dosyalarda sadece yorumlar üzerinden bile soruşturma açıldığı görülmektedir.
“Like, retweet, paylaş” yapmak sorumluluk doğurur mu?
Bu konu hem hukuken hem uygulamada en tartışmalı alanlardan biridir. Çünkü:
- Bir içeriği üretmek ile
- O içeriği beğenmek, paylaşmak, yaymak
aynı şey değildir. Ancak bazı durumlarda, paylaşım da suça iştirak veya suçun alenen işlenmesine katkı olarak yorumlanabilir.
1. Beğenmek (like) tek başına suç mu?
Genel yaklaşım şu yöndedir:
- Sırf bir içeriği “beğenmek”, çoğu durumda tek başına suçun unsurlarını oluşturmaz.
- Çünkü beğenme, her zaman “ben de aynısını savunuyorum” anlamına gelmeyebilir.
- Ancak bazı dosyalarda, özellikle çok açık nefret söylemi içeren paylaşımların beğenilmesi, kişinin düşünce dünyasını gösteren yan delil olarak kullanılabilmektedir.
Yani:
- Sadece like atmak yüzünden TCK 216’dan mahkumiyet kararı verilmesi oldukça istisnai olur.
- Ama soruşturma dosyasında, kişinin kastını ve eğilimini gösteren yardımcı veri olarak karşınıza çıkabilir.
2. Retweet, paylaş, alıntılayarak yaymak
Burada durum daha hassastır. Çünkü:
- Retweet, “paylaş”, “hikayende paylaş”, “gruba yönlendir” gibi işlemler, içeriğin daha geniş kitlelere yayılmasına aktif katkı anlamına gelir.
- Özellikle yorum ekleyerek “Bakın ne kadar doğru söylüyor” gibi destekleyici ifadelerle paylaşırsanız, artık sadece pasif bir izleyici değil, mesajın taşıyıcısı haline gelirsiniz.
Bu durumda:
- İçerik TCK 216 kapsamına giriyorsa
- Siz de onu benimseyerek ve yayılmasına katkı sağlayarak paylaşıyorsanız
hakkınızda da soruşturma açılması mümkündür. Uygulamada, nefret söylemi içeren bir paylaşımı destekleyici yorumla retweet eden kişiler hakkında soruşturma yürütüldüğü örnekler vardır.
3. “Ben eleştirmek için paylaştım” savunması
Bu savunma bazen geçerli olabilir, bazen olmaz. Şu noktalar önemlidir:
- Paylaşımınıza eklediğiniz yorum, gerçekten eleştirel bir ton taşıyor mu
- Yoksa “sözde eleştiri” görünümlü bir onaylama ve yayma mı
- Paylaşımınızın bağlamı, hesabınızın genel dili, takipçi kitleniz, zamanlama vb. unsurlar da değerlendirilir.
Örneğin:
- “Bu nefret dolu sözler kabul edilemez, işte örneği” diyerek paylaşmak ile
- “Helal olsun, adam ne güzel söylemiş” diyerek paylaşmak
hukuken aynı görülmez.
4. Gruplara yönlendirme, link atma
Bir nefret söylemi içeriğini:
- WhatsApp grubuna
- Telegram kanalına
- Discord sunucusuna
“Bakın, böyle yapalım” tarzı destekleyici ifadelerle atmak, suçun yayılmasına katkı olarak değerlendirilebilir. Özellikle grup kalabalıksa ve içerik aleniyet kazanıyorsa, risk artar.
Kapalı WhatsApp/Telegram gruplarında yazılanlar “aleni” sayılır mı?
Bu soru, TCK 216 bakımından çok kritik. Çünkü bu suçlarda genellikle “alenen işlenme” şartı aranır. Yani söz veya yazı, belirsiz sayıda kişiye açık olmalı.
1. Aleniyet ne demek, kısaca hatırlayalım
Aleniyet için genel kabul gören ölçütler:
- İçeriğin, belirsiz sayıda kişi tarafından görülebilir olması
- Sadece çok dar, kapalı, kişisel bir çevreye değil, geniş bir kitleye hitap etmesi
- Pratikte, sosyal medya gibi ortamlarda profilin gizli/açık olması, grubun üye sayısı ve yapısı önem kazanır.
2. Küçük ve kapalı gruplar
Örneğin:
- 5–10 kişilik, aile veya yakın arkadaş WhatsApp grubu
- Sadece birkaç kişinin bulunduğu, dışarıya kapalı Telegram sohbeti
Bu tür ortamlarda yapılan yazışmalar, çoğu zaman aleniyet şartını karşılamaz. Çünkü:
- Grup üyeleri belirli ve sınırlıdır.
- Dışarıdan herkesin katılabildiği bir ortam değildir.
Bu nedenle, burada yazılan ağır sözler bile, TCK 216 bakımından “alenen” sayılmayabilir. Ancak bu, hiçbir suç oluşmaz anlamına da gelmez; başka suç tipleri (hakaret, tehdit vb.) gündeme gelebilir.
3. Çok kalabalık ve yarı açık gruplar
Durum şu örneklerde değişebilir:
- 200–500 kişilik, sürekli yeni kişilerin eklendiği WhatsApp grupları
- Linki olan herkesin katılabildiği Telegram grupları veya kanalları
- “Şu şehrin taraftar grubu”, “X ideoloji destekçileri” gibi, fiilen herkese açık hale gelmiş sohbetler
Bu tür ortamlarda:
- Üye sayısı çok fazlaysa
- Gruba katılım fiilen herkese açıksa
- Mesajlar hızla yayılıyorsa
mahkemeler ve savcılıklar, aleniyetin gerçekleştiği yönünde değerlendirme yapabilir. Yani, “kapalı grup” etiketi tek başına kurtarıcı değildir; fiili durum önemlidir.
4. Telegram kanalları ve büyük gruplar
Özellikle:
- Binlerce abonesi olan Telegram kanalları
- Onlarca, yüzlerce kişinin aktif olduğu, linkle girilebilen gruplar
çoğu zaman sosyal medya platformu gibi değerlendirilir. Burada yapılan paylaşımlar, TCK 216 bakımından aleniyet şartını karşılayabilir.
5. Ekran görüntüsü alınması aleniyet yaratır mı?
Teknik olarak:
- Siz mesajı küçük bir grupta yazmış olsanız bile
- Başkası ekran görüntüsü alıp aleni bir platformda paylaşırsa
artık o içerik, başka bir kişinin fiiliyle aleniyet kazanmış olur. Bu durumda:
- İlk yazan kişi, “ben bunu kapalı grupta yazdım” dese de
- İçeriğin niteliği, yayılma şekli ve kastı birlikte değerlendirilir.
Bazı dosyalarda, kapalı grupta yazılan mesajlar, daha sonra başka platformlarda yayılıp delil olarak kullanılmıştır. Bu, aleniyet tartışmasını karmaşık hale getirebilir.
Özetle:
- Sosyal medya paylaşımları, tweetler, yorumlar, videolar ve canlı yayınlar, şartları oluştuğunda TCK 216 kapsamındaki suçlara konu olabilir.
- Sırf “like” atmak çoğu zaman tek başına suç sayılmaz; ancak retweet, paylaş, destekleyici yorumla yayma daha risklidir.
- Kapalı ve küçük WhatsApp/Telegram grupları genelde “aleni” sayılmaz; fakat çok kalabalık, linkle girilebilen, fiilen herkese açık gruplar aleniyet şartını karşılayabilir.
Bu alan, hem hukuken hem uygulamada sürekli gelişen ve tartışılan bir konudur. Bu yüzden, özellikle sınırda olduğunu düşündüğünüz paylaşımlarda dikkatli olmak ve gerektiğinde uzman bir ceza avukatından görüş almak en sağlıklı yoldur.
Gösteri, yürüyüş ve protestolarda halkı galeyana getirme riski
Toplantı, yürüyüş ve protestolar, demokratik toplumların vazgeçilmez bir parçası. Ancak kalabalıkların bir araya geldiği her ortamda, “halkı galeyana getirme” ve özellikle TCK 216 kapsamındaki suçların oluşma riski de gündeme gelebiliyor.
Burada kritik nokta şu: Bir protestonun kendisi başlı başına suç değil. Suç olabilecek olan, protesto sırasında kullanılan ifade ve davranışların, kamu barışını bozacak şekilde kin, düşmanlık veya aşağılamaya dönüşmesi.
Aşağıda özellikle üç kritik soruya odaklanalım.
Mitingde atılan sloganlar bu suça sebep olabilir mi?
Evet, mitingde atılan sloganlar bazı şartlar altında TCK 216 kapsamındaki suçlara sebep olabilir. Ama her sert slogan, her öfkeli ifade otomatik olarak “halkı galeyana getirme” sayılmaz.
Burada mahkemelerin baktığı temel ölçütler şunlar:
- Slogan neyi hedef alıyor?
- Belirli bir halk kesimini (örneğin belli bir etnik grup, mezhep, din, bölge, cinsiyet, siyasi görüş grubu)
- O kesime karşı kin ve düşmanlığa tahrik ediyor mu?
- Ya da o kesimi aşağılıyor, hakaret ediyor, değersizleştiriyor mu?
- Slogan sadece sert eleştiri mi, yoksa nefret söylemi mi?
- “X politikasını istemiyoruz”, “Bu kararı kabul etmiyoruz” gibi ifadeler genelde eleştiri kapsamında değerlendirilir.
- “Şu gruba hayat hakkı tanınmasın”, “Onlara saldırın”, “Onları linç edin” gibi çağrılar ise kin ve düşmanlığa tahrik olarak görülebilir.
- Bir grubu “haşere, pislik, yok edilmesi gerekenler” gibi insanlık dışı sıfatlarla anmak da aşağılama ve nefret söylemi yönünde değerlendirilir.
- Sloganlar kamu güvenliği açısından “açık ve yakın tehlike” yaratıyor mu?
- Sadece teorik, uzak bir ihtimal değil, somut ve yakın bir tehlike aranır.
- Örneğin kalabalığın zaten gergin olduğu, karşıt grubun da orada bulunduğu, fiziki çatışma ihtimalinin yükseldiği bir ortamda, “gidin şunlara saldırın” tarzı sloganlar bu tehlikeyi doğurabilir.
- Buna karşılık, sadece öfke içeren ama fiili saldırıya yöneltmeyen, somut bir çatışma riskini artırmayan sözler çoğu zaman ifade özgürlüğü sınırları içinde kalabilir.
- Sloganların bağlamı ve etkisi
- Aynı cümle, 5 kişinin kendi aralarında konuşmasında başka, on binlerce kişinin olduğu bir mitingde, gergin bir atmosferde başka anlam taşıyabilir.
- Mahkemeler genelde: yer, zaman, kalabalığın durumu, öncesinde yaşanan olaylar, konuşmacının konumu (siyasetçi, kanaat önderi vb.) gibi unsurları birlikte değerlendirir.
Özetle:
- Sert, hatta rahatsız edici siyasi eleştiri tek başına TCK 216 kapsamında suç sayılmaz.
- Ancak belirli bir gruba karşı nefret, düşmanlık, saldırı çağrısı içeren, kamu barışını bozma riski yüksek sloganlar, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” veya “halkı aşağılama” suçuna yol açabilir.
Toplantı ve gösteri özgürlüğü ile TCK 216 ilişkisi nasıl kuruluyor?
Anayasa, herkese toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı tanıyor. Aynı zamanda ifade özgürlüğü de güvence altında. Fakat bu özgürlükler mutlak değil. Özellikle:
- Kamu düzeni
- Kamu güvenliği
- Başkalarının hak ve özgürlükleri
gibi gerekçelerle sınırlanabiliyor.
TCK 216 tam da bu noktada devreye giriyor:
- Bir yandan, insanların fikirlerini açıklamasını, protesto yapmasını engellememek gerekiyor.
- Diğer yandan, bu özgürlük kullanılırken toplumun bir kesimine karşı nefret, düşmanlık, şiddet çağrısı yapılmasını da engellemek gerekiyor.
Bu denge şöyle kurulmaya çalışılıyor:
- Öncelik ifade özgürlüğünde
- Yargı organları, özellikle siyasi ve toplumsal tartışmalarda, ifade özgürlüğünü geniş yorumlama eğiliminde.
- Rahatsız edici, sert, hatta şok edici sözler bile çoğu zaman ifade özgürlüğü kapsamında kabul ediliyor.
- Sınır: nefret ve şiddet çağrısı
- Bir ifade, artık sadece “eleştiri” olmaktan çıkıp,
- belirli bir gruba karşı kin ve düşmanlık yaymaya,
- onları hedef göstermeye,
- şiddete teşvik etmeye başladığında, TCK 216 devreye girebiliyor.
- Toplantı ve gösteri hakkı, suç işlemeyi korumaz
- “Mitingde söyledim, o yüzden suç olmaz” diye bir kural yok.
- Tam tersine, kalabalık üzerindeki etki daha güçlü olduğu için, mitingde söylenen bazı sözler daha ağır sonuç doğurabilir.
- Barışçıl protesto korunur
- Barışçıl, şiddet içermeyen, nefret söylemine dönüşmeyen protestolar,
- hem Anayasa,
- hem de uluslararası insan hakları standartları gereği koruma altındadır.
- Bu tür eylemlere sırf rahatsız edici bulunduğu için TCK 216 uygulanması, genelde ifade özgürlüğünün ihlali olarak değerlendirilir.
Kısaca: Toplantı ve gösteri özgürlüğü, TCK 216 ile çatışan değil, birlikte yorumlanması gereken bir alandır. Amaç, hem insanların sesini duyurmasını, hem de toplum kesimleri arasında nefret ve şiddetin yayılmasını engellemektir.
Protesto çağrısı yapmak ile halkı galeyana getirmek arasındaki fark nedir?
Bu ayrım, pratikte en çok karıştırılan noktalardan biri. İkisi arasındaki farkı netleştirelim.
1. Protesto çağrısı nedir?
Genel olarak şu tür ifadeler protesto çağrısı sayılır:
- “Yarın saat 18.00’de şu meydanda toplanalım.”
- “Bu kararı protesto etmek için yürüyüş yapıyoruz, herkes gelsin.”
- “Barışçıl şekilde hakkımızı arayalım.”
- “Sessiz oturma eylemi yapıyoruz.”
Bu tür çağrılarda:
- Hedef, bir kararı, uygulamayı, politikayı eleştirmek ve buna karşı barışçıl tepki göstermek.
- Belirli bir halk kesimine karşı kin, düşmanlık, aşağılama veya şiddet çağrısı yok.
- Kamu barışını bozacak şekilde açık ve yakın bir tehlike yaratma amacı da yok.
Dolayısıyla, bu tür çağrılar normal şartlarda TCK 216 kapsamında suç oluşturmaz.
2. Halkı galeyana getirmek ne zaman gündeme gelir?
“Galeyana getirmek” ifadesi, hukuki anlamda genellikle şu durumlarla ilişkilendirilir:
- Kalabalığı, belirli bir gruba karşı öfke, nefret ve düşmanlığa sürüklemek
- Bu öfkeyi fiili saldırıya, linçe, şiddete dönüştürmeye elverişli söz ve davranışlarda bulunmak
- Toplum kesimleri arasında çatışma, kavga, saldırı riskini somut olarak artırmak
Örneğin:
- “Yarın toplanalım, şu gruba günlerini gösterelim, evlerine, işyerlerine gidelim.”
- “Onlara saldırmadan dağılmayın.”
- “Bu gruba karşı artık sabretmeyin, ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz.”
gibi ifadeler, bağlama göre halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya kamu barışını bozmaya elverişli tahrik olarak değerlendirilebilir.
3. Aradaki temel farklar
Aşağıdaki tablo, farkı daha net görmenize yardımcı olabilir:
| Ölçüt | Protesto çağrısı | Halkı galeyana getirme (TCK 216 riski) |
|---|---|---|
| Amaç | Karar/politika/olayı eleştirmek, tepki göstermek | Belirli bir gruba karşı nefret, düşmanlık veya şiddet duygusu uyandırmak |
| Hedef | Genelde devlet organları, kararlar, uygulamalar | Belirli bir halk kesimi (etnik, dini, mezhepsel, bölgesel, cinsel, siyasi vb.) |
| Üslup | Sert olabilir ama odak eleştiridir | Aşağılama, insanlıktan çıkarma, düşmanlaştırma sık görülür |
| Sonuç riski | Barışçıl toplanma, slogan, pankart | Fiziksel saldırı, linç, çatışma riski, kamu barışının bozulması |
| Hukuki değerlendirme | Çoğunlukla ifade ve toplantı özgürlüğü kapsamında | Şartlar varsa TCK 216 kapsamında suç sayılabilir |
4. Nerede dikkatli olmak gerekir?
-
Protesto çağrısı yaparken,
-
“barışçıl”,
-
“şiddetsiz”,
-
“herkese saygılı” bir dil kullanmak, hem hukuken hem de pratikte koruyucu olur.
-
Belirli bir grubu hedef alan,
-
“onlara günlerini gösterelim”,
-
“onları burada istemiyoruz”,
-
“onlara hayat hakkı tanımayalım” gibi ifadelerden kaçınmak gerekir.
-
Özellikle gerginlik yüksekken, karşıt grupların da alanda olduğu durumlarda, kullanılan her sözün kalabalık üzerindeki etkisi daha dikkatle değerlendirilir.
Sonuç olarak:
- Protesto çağrısı, demokratik bir haktır ve kural olarak suç değildir.
- Halkı galeyana getirme ise, bu hakkın sınırlarını aşarak, toplumu oluşturan gruplar arasında nefret, düşmanlık ve şiddet riskini artıran söylem ve eylemlerle ilgilidir.
- Aradaki çizgi çoğu zaman kullanılan kelimelerde değil, niyet, hedef, bağlam ve ortaya çıkardığı tehlikede belirginleşir.
İfade özgürlüğü sınırı nerede biter, suç nerede başlar?
İfade özgürlüğü, hem Anayasa’ya hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre temel bir hak. Sert, rahatsız edici, hatta şok edici sözler bile kural olarak bu özgürlüğün içinde kabul ediliyor. Ancak bu özgürlük sınırsız değil. Başkalarının haklarına saldırı, nefret söylemi, şiddete çağrı ve kamu barışını bozma noktasında ceza hukuku devreye giriyor.
TCK 216 bakımından kritik eşik şudur: Bir ifade, sadece rahatsız edici veya kaba olmakla kalmayıp, halkın bir kesimine karşı kin ve düşmanlığı körükleyip, kamu güvenliği açısından “açık ve yakın tehlike” yaratıyorsa, artık ifade özgürlüğü değil, suç alanına girmiş sayılabilir.
Bu sınır çizilirken mahkemeler şu sorulara bakıyor:
- Sözler, belirli bir gruba yönelmiş mi, yoksa genel bir eleştiri mi?
- İfade, şiddeti veya nefreti teşvik ediyor mu, yoksa sadece fikir mi açıklıyor?
- Somut olayda gerçekten bir gerginlik, çatışma, linç riski gibi yakın tehlike var mı?
- Kullanılan üslup, bağlam, zaman ve yer bu tehlikeyi artırıyor mu?
Bu sorulara verilen cevaplar, “ifade özgürlüğü” ile “halkı galeyana getirme / TCK 216 kapsamındaki suç” arasındaki çizgiyi belirliyor.
AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarında bu suç nasıl ele alınıyor?
Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), TCK 216’yı değerlendirirken temel olarak ifade özgürlüğü standartlarını esas alıyor.
1. Genel yaklaşım: “Şok edici sözler de korunur”
AYM, ifade özgürlüğünün sadece çoğunluğun hoşuna giden düşünceleri değil, “rahatsız eden, şok eden, sarsan” görüşleri de kapsadığını sürekli vurguluyor.
Bu nedenle:
- Devleti, hükümeti, siyasetçileri, kurumları çok sert biçimde eleştirmek,
- Toplumsal sorunlar hakkında ağır ve abartılı ifadeler kullanmak,
tek başına TCK 216 kapsamında suç sayılmamalı. AYM, bu tür davalarda sık sık ifade özgürlüğü ihlali kararı veriyor.
2. “Kanunla sınırlama” ve “demokratik toplumda gerekli olma” şartı
AYM ve AİHM, ifade özgürlüğüne getirilen her sınırlamanın:
- Kanunla öngörülmüş olmasını,
- Meşru bir amaç gütmesini (kamu güvenliği, başkalarının haklarının korunması gibi),
- Demokratik toplumda gerekli ve ölçülü olmasını şart koşuyor.
TCK 216 uygulamasında da mahkemelerden beklenen, bu üç şartı somut olayda ayrıntılı ve ikna edici şekilde göstermeleri.
3. “Açık ve yakın tehlike” testi
AYM, TCK 216/1’deki “kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike” ibaresini çok ciddiye alıyor ve bunu bir filtre gibi kullanıyor.
Buna göre:
- Sözler ne kadar sert olursa olsun,
- Eğer somut bir şiddet riski, toplumsal çatışma ihtimali, linç tehlikesi vb. ortaya çıkmıyorsa,
- Sadece “rahatsız edici” diye cezalandırmak, ifade özgürlüğünü ihlal ediyor.
AYM, birçok bireysel başvuruda, mahkemelerin “açık ve yakın tehlike”yi somutlaştırmadan mahkûmiyet vermesini hak ihlali saydı. Özellikle siyasal tartışma ve kamusal meselelerde bu test daha da sıkı uygulanıyor.
Yargıtay da son yıllarda bu çizgiye yaklaşmış durumda. Örneğin bir kararında, sadece sosyal medya hesabının herkese açık olmasının, tek başına “kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike” sayılmasının yeterli olmadığını, somut tehlikenin delillerle gösterilmesi gerektiğini vurguladı.
4. AİHM’in Türkiye kararları
AİHM, Türkiye hakkında verdiği birçok kararda:
- Nefret söylemi ve şiddete açık çağrı içeren ifadelerin cezalandırılmasını meşru bulabiliyor.
- Ancak sırf devleti, orduyu, hükümeti veya çoğunluğu sert biçimde eleştiren, azınlık haklarını savunan, ayrılıkçı fikirleri dile getiren açıklamaların cezalandırılmasını çoğu zaman ifade özgürlüğü ihlali sayıyor.
Özetle: AYM ve AİHM, TCK 216’nın dar yorumlanması, sadece gerçekten nefret ve şiddet tehlikesi yaratan durumlarda uygulanması gerektiği görüşünde.
Sert eleştiri, mizah, ironi veya karikatür bu kapsamda nasıl değerlendiriliyor?
Günlük hayatta en çok kafa karışıklığı burada yaşanıyor. Çünkü mizah, ironi, karikatür ve sert eleştiri çoğu zaman “aşırı” ve “kaba” görünebiliyor.
1. Sert eleştiri
Sert, kırıcı, hatta haksız bulunan eleştiriler bile kural olarak ifade özgürlüğü kapsamında.
- Devlet politikalarını “insanlık dışı”, “faşist”, “ırkçı” diye nitelemek,
- Bir siyasi partiyi, ideolojiyi, dini kurumu çok ağır sözlerle eleştirmek,
tek başına TCK 216 kapsamında suç sayılmamalı. Burada önemli olan, belirli bir halk kesimini hedef alıp almadığı ve kin, düşmanlık, şiddet çağrısı içerip içermediği.
Örneğin:
- “X bölgesindeki insanlar tembeldir, hiçbir işe yaramaz” gibi genelleyici ve aşağılayıcı sözler,
- “Şu etnik gruba iş verilmesin, bunlar hırsızdır” gibi ifadeler,
artık sadece “sert eleştiri” değil, ayrımcı ve düşmanlaştırıcı bir dile dönüşebilir ve TCK 216 bakımından riskli hale gelir.
2. Mizah, ironi ve karikatür
Mizah ve karikatür, doğası gereği abartı, çarpıtma ve provokatif unsurlar içerir. AYM ve AİHM, bu tür ifade biçimlerine genelde daha geniş bir hoşgörü alanı tanıyor.
Değerlendirmede şu noktalara bakılıyor:
- İçerik açıkça mizah / karikatür niteliğinde mi?
- Hedef alınan şey fikir, ideoloji, siyasetçi, kurum mu, yoksa doğrudan bir halk kesimi mi?
- Mesaj, “şiddet uygulayın, saldırın, dışlayın” gibi fiili eyleme çağrı içeriyor mu?
- Karikatür veya mizah, kamu barışını bozabilecek bir nefret dalgası yaratmaya elverişli mi?
Örneğin:
- Bir politikacıyı karikatürize etmek,
- Bir dini kurumun uygulamalarını alaya almak,
- Toplumsal bir olayı hicveden karikatür çizmek,
çoğu durumda ifade özgürlüğü kapsamında kalır.
Ancak:
- “Şu grubu mahalleden temizleyelim”,
- “Bunlara saldırmak sevaptır” gibi, mizah kisvesi altında bile olsa şiddet çağrısı içeren sözler, artık TCK 216 açısından ciddi risk taşır.
Yargıtay ve AYM, mizahı değerlendirirken genellikle bağlamı ve ifadenin bütününü esas alıyor; tek bir cümleyi koparıp cezalandırma eğilimi, son içtihatlarda zayıflamış durumda.
Siyasi konuşmalar, kampanyalar ve medya tartışmalarında çizgi nerede çekiliyor?
Siyaset, doğası gereği sert tartışmaların yaşandığı bir alan. Bu yüzden hem AYM hem AİHM, siyasi ifade özgürlüğüne özel bir önem veriyor.
1. Siyasetçilerin sözleri daha geniş korunur
AYM, özellikle milletvekilleri ve siyasetçilerin, kamu yararını ilgilendiren konularda yaptıkları açıklamaların daha geniş bir korumaya sahip olduğunu vurguluyor.
Buna göre:
- Hükümeti, muhalefeti, devlet politikalarını çok ağır biçimde eleştirmek,
- Göç, azınlıklar, din, güvenlik politikaları gibi hassas konularda sert çıkışlar yapmak,
tek başına TCK 216 kapsamında suç sayılmamalı.
Ancak bu geniş koruma, nefret söylemi ve şiddete çağrı söz konusu olduğunda daralıyor. Siyasetçi de olsa kimse:
- Belirli bir etnik, dini, mezhepsel veya bölgesel gruba karşı
- “Bunları kovun, dışlayın, saldırın” anlamına gelen çağrılar yapma hakkına sahip değil.
Nitekim son yıllarda bazı siyasetçiler hakkında TCK 216 kapsamında soruşturmalar açıldığı, iddianamelerde “kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike” yaratıldığı iddiasına yer verildiği görülüyor. Bu dosyalarda da mahkemelerin, gerçekten somut bir tehlike doğup doğmadığını titizlikle incelemesi bekleniyor.
2. Seçim kampanyaları ve miting konuşmaları
Seçim dönemlerinde dil daha da sertleşebiliyor. Burada çizgi şu noktalarda çekiliyor:
-
Meşru alan:
-
Rakip partiyi “ülkeyi batırmakla”, “hainlikle”, “beceriksizlikle” suçlamak,
-
Politikalarını “ülkeyi felakete sürüklemekle” itham etmek,
-
Kendi seçmenini motive etmek için abartılı, duygusal söylemler kullanmak.
-
Riskli alan:
-
“Şu gruba iş vermeyin, bunları mahallelerinizden kovun”,
-
“Bunlar insan değil, bunlara acımayın” gibi insanlık dışılaştırıcı söylemler,
-
Belirli bir halk kesimine karşı fiili saldırı, linç, boykot çağrıları.
İkinci gruptaki ifadeler, özellikle kalabalık mitinglerde söylendiğinde, kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike yaratmaya daha elverişli görülüyor ve TCK 216 kapsamında değerlendirilebiliyor.
3. Televizyon programları, tartışma programları ve köşe yazıları
Medya tartışmalarında da benzer ölçütler geçerli:
-
Gazeteciler, yorumcular, köşe yazarları;
-
Devleti, hükümeti, kurumları, ideolojileri, dini yorumları, toplumsal grupları sert biçimde eleştirebilir.
-
Bu, demokratik tartışmanın bir parçası kabul edilir.
-
Ancak belirli bir halk kesimini hedef alıp:
-
Onları aşağılayan,
-
Onlara karşı nefret ve düşmanlık duygusunu körükleyen,
-
Onlara yönelik şiddeti meşrulaştıran veya teşvik eden ifadeler,
TCK 216 bakımından sorunlu hale gelir.
AİHM’in Türkiye hakkında verdiği bazı kararlarda, özellikle şiddet çağrısı içeren, isim vererek hedef gösteren ve gergin güvenlik ortamında yayımlanan yazılar için ifade özgürlüğü ihlali bulmadığı, yani cezalandırmayı haklı gördüğü de unutulmamalı.
4. Pratik bir özet çizgi
Siyasi ve medyatik ifadelerde kendinize şu soruları sorarsanız, çizgiyi daha net görebilirsiniz:
- Hedefim fikirler ve politikalar mı, yoksa insanlar ve kimlikler mi?
- Sözlerim, dinleyende “gidip bunlara zarar vereyim, dışlayayım” duygusu uyandırmaya elverişli mi?
- İçinde bulunduğum ortam (gerginlik, toplumsal olaylar, seçim atmosferi) bu sözleri daha tehlikeli hale getiriyor mu?
- Sözlerim, sadece “sert eleştiri” mi, yoksa “kin ve düşmanlık” duygusunu körükleyen bir çağrı mı?
Eğer cevaplar ikinci tarafa kayıyorsa, ifade özgürlüğü alanından çıkıp TCK 216 kapsamındaki suç alanına yaklaşılmış olabilir.
Kısaca toparlarsak: İfade özgürlüğü, özellikle siyaset ve kamusal tartışma alanında çok geniş. Fakat nefret söylemi, şiddete teşvik ve kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike yaratan ifadeler, hem AYM hem AİHM içtihatlarına göre bu özgürlüğün dışında kalıyor ve TCK 216 çerçevesinde cezai sorumluluk doğurabiliyor. Buradaki ince çizgi, her somut olayda bağlam, üslup, hedef alınan grup ve ortaya çıkan fiili tehlike dikkate alınarak çiziliyor.
Halkı galeyana getirme suçunda soruşturma ve yargılama süreci
Bu suç şikayete tabi mi, savcılık re’sen mi harekete geçer?
“Halkı galeyana getirme” denildiğinde uygulamada genellikle Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesindeki suçlar (halkı kin ve düşmanlığa tahrik, halkı aşağılama, dini değerleri aşağılama) kastedilir.
Bu suçlar şikayete tabi değildir. Yani bir kişinin şikayetçi olması şartı aranmaz. Savcılık, suçu öğrendiği anda re’sen (kendiliğinden) soruşturma açabilir.
Savcılık suçu nasıl “öğrenir”?
- Sosyal medyada gündem olan bir paylaşım üzerinden
- Kolluk kuvvetlerinin (polis, jandarma) tuttuğu tutanak ve fezlekelerle
- Basın haberleri, ihbar dilekçeleri, CİMER başvuruları ile
- Başka bir soruşturma sırasında dosyaya giren delillerle
Özetle, bir kişi “ben şikayetçi değilim” dese bile, eğer savcılık kamu barışını ilgilendiren bir tehlike görüyorsa soruşturma devam edebilir. Çünkü korunan hukuki değer bireysel menfaat değil, kamu barışı ve kamu güvenliğidir.
Bazı durumlarda mağdur veya etkilenen grup temsilcilerinin şikayeti, savcılığın olayı ciddiye almasını ve dosyayı önceliklendirmesini kolaylaştırabilir. Ama bu, hukuken bir “şikayet şartı” olduğu anlamına gelmez.
Polis ifadesi, savcılık aşaması ve iddianame süreci nasıl işler?
Bu tür dosyalarda süreç genelde şu adımlarla ilerler:
1. İhbar veya tespit aşaması
- Bir kişi, kurum veya kolluk, belirli bir söz, paylaşım, konuşma, video vb. hakkında ihbarda bulunur.
- Bazen de polis veya savcılık, sosyal medya taraması, basın takibi gibi yollarla kendiliğinden tespit yapar.
- Kolluk, olayla ilgili tutanak düzenler, ekran görüntüsü alır, linkleri kaydeder, gerekiyorsa video kayıtlarını dosyaya ekler.
Bu aşamada:
- Şüpheli henüz belirlenmemiş olabilir.
- Önce paylaşımın kime ait olduğu, hangi hesap üzerinden yapıldığı, IP bilgileri gibi teknik veriler toplanır.
2. Şüpheli tespiti ve polis ifadesi
Şüpheli olduğu değerlendirilen kişi belirlendikten sonra:
- Polis, savcılığın talimatıyla kişiyi ifadeye çağırabilir veya bazı durumlarda gözaltına alabilir.
- Gözaltı, genellikle kamu düzeni açısından acil tehlike görülen, olayın büyüme ihtimali olan veya delil karartma riski bulunan hallerde tercih edilir.
- Kişiye, şüpheli hakları (susma hakkı, avukat isteme hakkı, yakınlarına haber verilmesini isteme hakkı vb.) bildirilir.
Polis ifadesinde:
- Hangi söz, paylaşım veya eylem nedeniyle suçlandığı açıklanır.
- Şüpheliden, paylaşımı kendisinin yapıp yapmadığı, ne amaçla söylediği, bağlamın ne olduğu, öncesi ve sonrası sorulur.
- Şüpheli isterse avukatı huzurunda ifade verebilir veya susma hakkını kullanabilir.
Polis, topladığı tüm bilgi ve belgeleri bir fezleke ile savcılığa gönderir.
3. Savcılık soruşturma aşaması
Savcı, dosyayı aldıktan sonra:
- Delilleri inceler, gerekirse ek ifade, tanık beyanı, bilirkişi raporu isteyebilir.
- Özellikle sosyal medya paylaşımlarında, hesabın kime ait olduğu, paylaşımın ne zaman yapıldığı, silinip silinmediği, teknik kayıtlar gibi hususlar araştırılır.
- Bazı dosyalarda, sözlerin bağlamını anlamak için konuşmanın tamamı, mitingin tüm kaydı, programın tam videosu istenir.
Savcı, soruşturma sonunda iki temel karardan birini verir:
- Kovuşturmaya yer olmadığı kararı (takipsizlik)
- Savcı, TCK 216 kapsamında suçun unsurlarının oluşmadığına kanaat getirirse, dosyayı kapatır.
- Bu durumda şüpheli hakkında kamu davası açılmaz.
- Karara karşı, belirli süre içinde itiraz yolu açıktır.
- İddianame düzenlenmesi (kamu davası açılması)
- Savcı, delillerin suç işlendiği yönünde yeterli şüphe oluşturduğunu düşünürse iddianame hazırlar.
- İddianamede; şüphelinin kimliği, isnat edilen suç, olayın özeti, deliller, uygulanması istenen kanun maddeleri yer alır.
4. İddianamenin kabulü ve yargılama sürecine geçiş
- İddianame, görevli mahkemeye gönderilir.
- Mahkeme, iddianamenin şekli ve asgari içerik şartlarını taşıyıp taşımadığını inceler.
- Uygun bulursa iddianameyi kabul eder ve artık kişi “sanık” sıfatını alır.
- Duruşma günü belirlenir, sanığa ve varsa müdafiine tebligat yapılır.
Bu aşamadan sonra süreç artık yargılama safhasına geçer.
Hangi mahkeme görevlidir, yargılama nerede görülür?
“Halkı galeyana getirme” kapsamında değerlendirilen TCK 216 suçları, temel olarak asliye ceza mahkemelerinin görev alanına girer. Çünkü bu maddede öngörülen ceza sınırları, genel kural olarak asliye ceza mahkemesinin görevine uygun düzeydedir.
Ancak görev ve yetkiyi anlamak için üç ayrı başlıkta bakmak faydalı olur:
1. Görevli mahkeme
- TCK 216/1, 216/2 ve 216/3 bakımından, normal şartlarda asliye ceza mahkemesi görevlidir.
- Suçun niteliği, ceza üst sınırı ve kanundaki genel görev kuralları bunu gerektirir.
- Özel bir ağırlaştırıcı hal nedeniyle ceza üst sınırı çok yükselmiş olsa bile, kanunda açıkça ağır ceza mahkemesini işaret eden bir düzenleme olmadıkça, uygulamada yine asliye ceza mahkemeleri bakar.
Bazı istisnai durumlarda:
- Suç, başka ağır suçlarla birlikte işlenmişse
- Dosya, örgütlü suçlar veya terör suçlarıyla bağlantılı görülürse
dosya, ağır ceza mahkemesinin görev alanına girebilecek başka suçlarla birleştirilebilir. Bu durumda TCK 216, o ana dosyanın içinde “ek suç” olarak yer alabilir.
2. Yetkili mahkeme (yargılamanın nerede görüleceği)
Genel kural şudur:
- Suçun işlendiği yer mahkemesi yetkilidir.
“Halkı galeyana getirme” gibi söz, yazı, paylaşım üzerinden işlenen suçlarda “işlenme yeri” tespiti bazen tartışmalı olabilir. Uygulamada:
- Konuşmanın yapıldığı yer (miting alanı, salon, stüdyo)
- Paylaşımı yapan kişinin bulunduğu yer
- Yayının yapıldığı merkez
- Bazı durumlarda mağdurların bulunduğu yer
dikkate alınabilir.
Sosyal medya paylaşımlarında:
- Genellikle paylaşımı yapan kişinin yerleşim yeri veya IP kayıtlarına göre tespit edilen yer mahkemesi yetkili kabul edilir.
- Ancak dosya, soruşturmayı yürüten savcılığın bulunduğu yerdeki mahkemede de görülebilir.
Taraflar, yetki itirazında bulunabilir. Mahkeme, yetkisizlik kararı verirse dosya yetkili gördüğü mahkemeye gönderilir.
3. Özel durumlar
Bazı dosyalarda:
- Sanık kamu görevlisi ise
- Suç, görev sırasında veya görevle bağlantılı işlenmişse
- Birden fazla ilde etkisi olan geniş kapsamlı bir yayın söz konusuysa
yetki ve görev tartışmaları daha teknik hale gelebilir. Bu gibi hallerde:
- Dosyalar birleştirilebilir,
- Yüksek mahkemelerin içtihatları doğrultusunda, kamu düzenine en uygun görülen yerde yargılama yapılabilir.
Genel olarak, sıradan bir sosyal medya paylaşımı veya konuşma nedeniyle açılan TCK 216 davasında:
- Asliye ceza mahkemesi görevli,
- Suçun işlendiği yer veya soruşturmayı yürüten savcılığın bulunduğu yer mahkemesi ise yetkili olur.
Bu çerçevede, kişi hakkında soruşturma açıldığında veya iddianame düzenlendiğinde, tebligatta hangi mahkemenin dosyaya baktığı, duruşmanın nerede yapılacağı açıkça yazar. Kişinin, bu aşamada bir ceza avukatından hukuki destek alması, hem yetki itirazları hem de savunma stratejisi açısından büyük önem taşır.
Bu suçta dava zamanaşımı, uzlaşma ve etkin pişmanlık var mı?
Aşağıdaki açıklamalar, Türk Ceza Kanunu’ndaki genel hükümler ve TCK 216’ya ilişkin yaygın kabul gören görüşler esas alınarak hazırlanmıştır. Yine de her somut olayın farklı olabileceğini, bu nedenle mutlaka bir ceza avukatından bire bir hukuki destek alınması gerektiğini unutmamak önemli.
Dava zamanaşımı süresi ne kadar, hangi tarihten itibaren başlar?
Halkı galeyana getirme denildiğinde genelde TCK 216 kapsamındaki üç suçtan (216/1, 216/2, 216/3) biri kastedilir. Bu üç fıkranın da kanundaki ceza aralıkları birbirine çok yakındır ve dava zamanaşımı süresi bakımından aynı rejime tabidir.
Türk Ceza Kanunu’nda dava zamanaşımı, suç için öngörülen cezanın üst sınırına göre belirlenir. TCK 216 fıkralarında öngörülen hapis cezalarının üst sınırı, genel olarak 5 yıla kadar olduğundan, TCK’nın genel hükümlerine göre:
- Dava zamanaşımı süresi: 8 yıldır.
Bu 8 yıllık süre, TCK’daki genel dava zamanaşımı tablosundan gelir. Üst sınırı 5 yıldan fazla olmayan hapis cezalarında temel dava zamanaşımı 8 yıl olarak uygulanır.
Zamanaşımı ne zaman başlar?
Genel kural şudur:
- Dava zamanaşımı, suçun işlendiği günden itibaren işlemeye başlar.
Halkı galeyana getirme suçlarında bu tarih, çoğu zaman:
- Paylaşımın yapıldığı gün (örneğin sosyal medya postu),
- Konuşmanın yapıldığı gün (miting, toplantı, TV programı),
- Yazının yayımlandığı gün (gazete, internet haberi)
olarak kabul edilir.
Eğer suç zincirleme şekilde veya süreklilik arz eden bir kampanya ile işleniyorsa, uygulamada genellikle:
- Son fiilin işlendiği tarih, zamanaşımının başlangıcı olarak alınır.
Ayrıca, TCK’ya göre bazı işlemler zamanaşımını keser ve süre yeniden işlemeye başlar. Örneğin:
- Şüpheli veya sanık hakkında ifade alma, sorgu, yakalama, tutuklama gibi işlemler,
- İddianamenin düzenlenmesi,
- Mahkemece hüküm verilmesi gibi adımlar.
Bu nedenle, teoride 8 yıl olan süre, pratikte kesilmeler nedeniyle daha uzun bir takvime yayılabilir. Ancak nihai olarak, kanunda öngörülen uzatılmış üst sınırlar da vardır; çok istisnai durumlar dışında, dosyalar sonsuza kadar açık kalmaz.
Halkı galeyana getirme suçu uzlaşma kapsamına girer mi?
Uzlaşma, bazı suçlarda mağdur ile şüpheli/sanığın anlaşması halinde ceza yargılamasının sona erdirilmesini sağlayan bir kurumdur. Ancak uzlaşma için:
- Suçun uzlaşma kapsamına alınmış olması,
- Ve genellikle belirli bir mağdurun bulunması gerekir.
Halkı galeyana getirme suçlarında (TCK 216):
- Suçun mağduru tek tek bireyler değil, toplumun tamamı veya bir kesimi, yani kamu barışıdır.
- Bu nedenle, belirli bir kişi veya dar bir grup mağdur gösterilemez.
- Kanunda da TCK 216, uzlaşma kapsamındaki suçlar arasında sayılmamıştır.
Bu yüzden uygulamada:
- Halkı galeyana getirme / TCK 216 kapsamındaki suçlar uzlaşmaya tabi değildir.
- Mağdur sıfatıyla tek tek kişilerle “anlaşma” yaparak davayı bitirmek mümkün olmaz.
- Savcılık veya mahkeme, “uzlaştırma bürosuna gönderme” gibi bir yol izlemez.
Kısaca: Bu suçta uzlaşma kurumu işletilmez.
Etkin pişmanlık hükümleri uygulanır mı, sonradan pişmanlık beyanı cezayı azaltır mı?
Etkin pişmanlık, bazı suç tiplerinde (örneğin hırsızlık, zimmet, örgüt suçları gibi) kanunda açıkça düzenlenmiş özel bir indirim sebebidir. Fail, suçtan sonra:
- Zararın giderilmesi,
- Suçun sonuçlarının ortadan kaldırılması,
- Yetkililere yardım edilmesi
gibi davranışlarda bulunursa, kanun “etkin pişmanlık” başlığı altında cezada indirim veya cezasızlık öngörebilir.
TCK 216 bakımından durum şöyle:
- TCK 216 maddesinde etkin pişmanlıkla ilgili özel bir hüküm yoktur.
- TCK’nın genel hükümlerinde de, bu suç için uygulanabilecek genel bir etkin pişmanlık düzenlemesi bulunmaz.
- Dolayısıyla, klasik anlamda “etkin pişmanlık” hükümleri TCK 216 için geçerli değildir.
Peki “sonradan pişman oldum” demenin hiç mi etkisi yok?
Tamamen etkisiz değil, ama adı “etkin pişmanlık” olmaz. Şöyle etkileri olabilir:
- Failin duruşmadaki tutumu ve pişmanlığı,
- Hakimin cezanın alt sınırına yakın veya üst sınıra yakın belirlemesinde,
- TCK 62’deki takdiri indirim nedenleri kapsamında,
- “Yargılama sürecindeki davranışları, pişmanlık göstermesi” gibi gerekçelerle cezada indirim yapılmasına yol açabilir.
- Fail,
- Suç oluşturan paylaşımı silmiş,
- Özür içeren yeni bir açıklama yapmış,
- Gerginliği düşürücü bir tavır almışsa, bu durum da mahkemece lehe değerlendirme sebebi olabilir.
- Eğer soruşturma aşamasında kişi,
- Suçun ortaya çıkarılmasına yardımcı olmuş,
- Delilleri gizlememiş,
- Başkalarının da suça sürüklenmesini engellemişse, bu da takdiri indirim kapsamında değerlendirilebilir.
Ancak bunların hiçbiri, kanundaki anlamıyla “etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması” değildir. Yani:
- “Etkin pişmanlık yaptım, cezam otomatik olarak şu kadar indirilir” gibi net bir formül yoktur.
- İndirim yapılıp yapılmayacağı, yapılacaksa ne kadar olacağı hakimin takdirine bağlıdır.
Özetlemek gerekirse:
- Dava zamanaşımı: TCK 216 kapsamındaki suçlarda genel olarak 8 yıl; süre, suçun işlendiği günden itibaren başlar ve bazı işlemlerle kesilebilir.
- Uzlaşma: Halkı galeyana getirme / TCK 216 suçları uzlaşma kapsamında değildir.
- Etkin pişmanlık: Kanunda bu suç için özel bir etkin pişmanlık düzenlemesi yoktur; ancak pişmanlık, özür, paylaşımı kaldırma, gerginliği düşürme gibi davranışlar, hakimin cezada takdiri indirim yapmasına yardımcı olabilir.
Somut dosyanız varsa, zamanaşımı hesabı, lehe hükümler ve olası indirimler için mutlaka bir ceza avukatına, mümkünse dosyayı inceleyerek görüş verebilecek bir uzmana danışmanız en sağlıklı yol olacaktır.
HAGB, erteleme ve cezanın paraya çevrilmesi mümkün mü?
Burada anlatacaklarım genel hukuki bilgilerdir, somut dosyalar için mutlaka bir ceza avukatından profesyonel destek almak gerekir. Özellikle TCK 216 kapsamındaki suçlar (halkı kin ve düşmanlığa tahrik, halkı aşağılama, dini değerleri aşağılama) siyasi ve toplumsal yönü güçlü, hassas dosyalardır; uygulama da zaman zaman değişebilmektedir.
Aşağıda HAGB, erteleme ve cezanın paraya çevrilmesi konularını, TCK 216 türü suçlar bakımından sade bir dille özetleyelim.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması için hangi şartlar aranır?
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB), mahkeme sanık hakkında mahkûmiyet kararı verdiği halde, bu kararı hemen açıklamayıp belirli bir denetim süresi boyunca “askıda” tutmasıdır. Şartlar sağlanırsa sanki hiç mahkûmiyet olmamış gibi sonuç doğurur.
Genel olarak aranan başlıca şartlar şunlardır:
- Ceza sınırı şartı
- HAGB, kural olarak 2 yıl veya daha az süreli hapis cezaları ile adli para cezaları için uygulanabilir.
- TCK 216 bakımından:
- 216/1 (halkı kin ve düşmanlığa tahrik): 1 yıldan 3 yıla kadar hapis.
- Verilen ceza 2 yılın altında kalırsa HAGB teorik olarak mümkündür.
- 216/2 (halkı aşağılama): 6 aydan 1 yıla kadar hapis.
- Ceza zaten 2 yılın altında olduğu için HAGB sınırına uygundur.
- 216/3 (dini değerleri aşağılama): 6 aydan 1 yıla kadar hapis.
- Bu fıkrada da ceza HAGB sınırına uygundur.
- Yani, hakimin takdir ettiği somut ceza 2 yılı geçmiyorsa, HAGB teknik olarak gündeme gelebilir.
- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış olması
- Sanığın adli sicilinde kasıtlı bir suçtan kesinleşmiş mahkûmiyet bulunmaması gerekir.
- Bazı durumlarda eski mahkûmiyetin silinmiş olması, tekerrüre esas olmaması gibi ayrıntılar önem kazanır; bunlar dosya özelinde avukatla değerlendirilmelidir.
- Mahkemenin sanığın yeniden suç işlemeyeceği kanaatine varması
- Hakim, sanığın kişiliğine, duruşmadaki tutumuna, sosyal ilişkilerine, sabıkasına bakarak “yeniden suç işlemeyeceği” yönünde olumlu kanaat edinmelidir.
- Örneğin pişmanlık göstermesi, benzer bir sabıkasının olmaması, olayın bir anlık öfke ile gerçekleşmesi gibi hususlar bu kanaati güçlendirebilir.
- Zararın giderilmesi (varsa)
- Suçtan doğan maddi bir zarar varsa, bunun giderilmesi (tazmin, iade, uzlaşma çerçevesinde ödeme vb.) beklenir.
- TCK 216 suçlarında çoğu zaman doğrudan ölçülebilir bir “maddi zarar” olmayabilir; daha çok kamu barışı ve toplumsal barış söz konusudur. Bu nedenle bu şart çoğu dosyada teknik olarak “yok” kabul edilir.
- Sanığın HAGB’yi kabul etmesi
- HAGB sanığın açık rızasına bağlıdır. Sanık “istemiyorum, hüküm açıklansın ve istinaf/temyiz yoluna gideceğim” diyebilir.
- HAGB kabul edilirse, karar kesinleşmiş sayılmaz; denetim süresi sonunda şartlar sağlanırsa dava düşer.
- Denetim süresi ve yükümlülükler
- Denetim süresi genellikle 5 yıldır.
- Bu süre içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmez ve mahkemenin yüklediği yükümlülüklere (eğitim programına katılma, belli yerlere gitmeme, belli kişilerle görüşmeme vb.) uyulursa, hüküm hiç açıklanmaz ve dava düşer.
- Yeni kasıtlı suç işlenirse veya yükümlülüklere uyulmazsa, mahkeme önceki hükmü açıklar; artık normal bir mahkûmiyet kararı gibi sonuç doğurur.
Özetle: TCK 216 kapsamında verilen ceza 2 yıl ve altındaysa, sanığın sabıkası temizse ve hakim olumlu kanaat oluşturursa, HAGB ciddi bir ihtimaldir. Ancak her dosyada otomatik uygulanmaz; tamamen hakimin takdirine ve dosyanın özelliklerine bağlıdır.
Cezanın ertelenmesi veya seçenek yaptırımlara çevrilmesi hangi hallerde olabilir?
HAGB’den farklı olarak cezanın ertelenmesi, mahkûmiyet hükmünün açıklanması ama cezanın infazının belirli şartlarla ertelenmesidir. Yani sabıka kaydına işlenir, fakat ceza fiilen çektirilmez; denetim süresi sonunda da infaz edilmiş sayılır.
1. Cezanın ertelenmesi şartları
Genel hatlarıyla:
- Verilen hapis cezası 2 yıl veya daha az olmalıdır.
- Bazı durumlarda 3 yıla kadar erteleme imkânı tanıyan özel hükümler olsa da, klasik sınır 2 yıldır.
- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan 3 aydan fazla hapis cezasına mahkûm olmamış olması aranır.
- Mahkeme, sanığın kişiliği, duruşmadaki davranışları, suçun işleniş biçimi gibi unsurlara bakarak yeniden suç işlemeyeceği kanaatine varmalıdır.
- Sanığın zararı gidermeye yönelik çabası (varsa) olumlu değerlendirilir.
TCK 216 bakımından, özellikle 216/2 ve 216/3’te ceza aralığı düşük olduğu için, cezanın ertelenmesi uygulamada sıkça gündeme gelebilir. 216/1’de ise ceza 1–3 yıl arası olduğundan, hakimin alt sınıra yakın ceza vermesi halinde erteleme imkânı doğar.
Erteleme kararı verildiğinde:
- Sanık için 1–3 yıl arası bir denetim süresi belirlenir.
- Bu sürede kasıtlı yeni bir suç işlemez ve yükümlülüklere uyarsa, ceza infaz edilmiş sayılır; fiilen hapse girmez.
2. Cezanın adli para cezasına çevrilmesi (seçenek yaptırımlar)
Mahkeme, bazı hallerde kısa süreli hapis cezasını (genellikle 1 yıl ve altı) adli para cezasına veya diğer seçenek yaptırımlara çevirebilir. Örneğin:
- Kamuya yararlı bir işte çalışma
- Belirli yerlere gitmekten yasaklanma
- Belirli meslek veya sanatı yapmaktan yasaklanma (uygunsa) vb.
TCK 216 bakımından:
- 216/2 ve 216/3’te öngörülen 6 ay – 1 yıl arası hapis cezaları, hakimin takdirine göre adli para cezasına çevrilebilir.
- 216/1’de ceza 1–3 yıl arasıdır. Hakim alt sınırdan ceza verip takdiri indirimler uygulayarak cezayı 1 yılın altına indirebilirse, teorik olarak para cezasına çevirme imkânı doğabilir; ancak bu her dosyada mümkün değildir ve hakimin takdirine sıkı sıkıya bağlıdır.
Burada önemli noktalar:
- Mahkeme, önce temel cezayı belirler, sonra takdiri indirimleri uygular, ardından “cezanın ertelenmesi” veya “seçenek yaptırımlara çevrilmesi” konusunu değerlendirir.
- Sanığın kişiliği, pişmanlığı, sabıkası, suçun işleniş biçimi bu takdirde belirleyicidir.
- Özellikle ifade özgürlüğü tartışmalarına konu olan TCK 216 dosyalarında, mahkemeler bazen cezayı alt sınırdan verip erteleme veya para cezasına çevirme yoluna gidebilmektedir; bazen de caydırıcılık gerekçesiyle bu imkânları kullanmamaktadır.
Sabıka kaydına işleme, silinme ve geleceğe etkiler nasıl olur?
Bu kısım, pratik hayatta en çok merak edilen noktalardan biri. Çünkü insanlar sadece “ceza aldım mı?” sorusunu değil, “bu ileride karşıma çıkar mı?” sorusunu da soruyor.
1. HAGB kararı sabıka kaydına nasıl yansır?
- HAGB kararı verildiğinde, mahkûmiyet hükmü açıklanmadığı için klasik anlamda adli sicil kaydına “mahkûmiyet” olarak yazılmaz.
- Ancak HAGB kararı, ayrı bir sistemde (HAGB kayıtları) tutulur ve belirli makamlar (mahkemeler, savcılıklar vb.) tarafından görülebilir.
- Denetim süresi (genelde 5 yıl) sorunsuz tamamlanırsa:
- Hüküm hiç açıklanmaz.
- Dava düşer.
- HAGB kaydı da belirli süre sonunda sistemden silinir.
- Bu durumda kişi, çoğu resmi işlemde “adli sicil kaydı temiz” görünür.
Pratik etki:
- Çoğu iş başvurusunda istenen “sabıka kaydı yoktur” belgesinde HAGB görünmez.
- Ancak ileride yeni bir suç işlendiğinde, mahkeme önceki HAGB kararını görebilir ve bu kez HAGB uygulamama yönünde takdir kullanabilir.
2. Cezanın ertelenmesi ve para cezasına çevrilmesinin sabıka kaydına etkisi
- Cezanın ertelenmesi halinde:
- Mahkeme mahkûmiyet hükmünü açıklar.
- Bu hüküm adli sicil kaydına işlenir.
- Yani kişi, hukuken “mahkûm olmuş” sayılır; sadece cezanın infazı ertelenmiştir.
- Hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi halinde de:
- Sonuç yine bir mahkûmiyet kararıdır.
- Bu da adli sicile işlenir.
Ancak bu kayıtlar sonsuz değildir. Belirli süreler sonunda adli sicilden arşive, daha sonra da tamamen silinmesi mümkündür. Süreler:
- Suçun niteliğine, ceza miktarına ve infazın tamamlanmasına göre değişir.
- TCK 216 gibi nispeten düşük ceza öngören suçlarda, infaz tamamlandıktan sonra belirli bir süre geçince adli sicil kaydının silinmesi talep edilebilir.
3. Geleceğe etkiler: memuriyet, pasaport, iş başvuruları
-
Kamu görevi / memuriyet
-
Bazı kamu görevleri için “kasıtlı bir suçtan 1 yıl veya daha fazla hapis cezası almamış olmak” ya da “yüz kızartıcı suçlardan mahkûm olmamış olmak” şartı aranır.
-
TCK 216’dan alınan ceza, özellikle 1 yıl ve üzeri ise, memuriyete girişte veya mevcut memuriyetin devamında sorun yaratabilir.
-
HAGB varsa ve hüküm açıklanmamışsa, çoğu durumda memuriyet açısından daha az sorun çıkar; ancak bazı kurumlar güvenlik soruşturması kapsamında HAGB kayıtlarını da dikkate alabilir.
-
Özel sektör iş başvuruları
-
Özel şirketler genellikle “adli sicil kaydı yoktur” belgesi ister.
-
HAGB kararı bu belgede görünmez; bu nedenle çoğu iş başvurusunda doğrudan engel oluşturmaz.
-
Mahkûmiyet (ertelenmiş veya para cezasına çevrilmiş olsa bile) adli sicilde görünürse, bazı işverenler bunu olumsuz değerlendirebilir. Özellikle medya, eğitim, güvenlik, finans gibi alanlarda daha hassas davranılabilir.
-
Yurtdışı ve vize süreçleri
-
Bazı ülkeler vize başvurularında sabıka kaydı veya buna ilişkin beyan ister.
-
Adli sicilde görünen bir mahkûmiyet, özellikle “kamu düzenine karşı suç” olarak algılanabileceği için, bazı ülkelerin değerlendirmesinde olumsuz etki yapabilir.
-
HAGB’de ise genellikle “temiz” görünen bir kayıt söz konusu olduğundan, bu açıdan daha avantajlıdır.
4. Kayıtların silinmesi
- Ceza infaz edildikten sonra, belirli süreler geçince adli sicil kaydının silinmesi için başvuru yapılabilir.
- Süre; cezanın türüne, miktarına ve suçun niteliğine göre değişir.
- Silinme sonrası kayıt adli sicil belgesinde görünmez; ancak bir süre daha arşiv kaydı olarak tutulabilir.
- Arşiv kaydının da tamamen silinmesi için daha uzun süreler gerekir ve ayrıca başvuru yapılması gerekebilir.
Kısaca toparlarsak:
- TCK 216 kapsamındaki suçlarda, özellikle ceza alt sınıra yakın belirlenirse, HAGB, erteleme ve para cezasına çevirme ihtimalleri hukuken mevcuttur.
- HAGB, sabıkayı en az etkileyen ve şartlar sağlanırsa sanki hiç mahkûmiyet olmamış gibi sonuç doğuran bir kurumdur.
- Erteleme ve para cezasına çevirme ise mahkûmiyetin sabıkaya işlenmesini engellemez, sadece cezanın nasıl infaz edileceğini değiştirir.
- Memuriyet, kariyer, yurtdışı planları gibi konular söz konusuysa, dosyanın başından itibaren bu ihtimaller gözetilerek savunma stratejisi kurulması ve mutlaka bir ceza avukatından destek alınması çok önemlidir.
Halkı galeyana getirme suçunda Yargıtay ne diyor?
“Halkı galeyana getirme” dendiğinde, ceza hukuku bakımından akla doğrudan TCK 216 geliyor. Yargıtay da bu maddeyi yorumlarken iki temel dengeyi korumaya çalışıyor:
- İfade özgürlüğü
- Kamu barışı ve kamu güvenliği
Özellikle yeni TCK ile birlikte Yargıtay, bu suçun her sert sözde, her rahatsız edici ifadede oluşmadığını, mutlaka “açık ve yakın tehlike” arandığını vurguluyor. Bu da uygulamada hem “tahrik” hem de “kin ve düşmanlık” kavramlarının dar yorumlanmasına yol açıyor.
Aşağıda, Yargıtay’ın bu suçla ilgili yaklaşımını üç başlıkta özetleyelim.
Yargıtay’ın “tahrik” ve “kin ve düşmanlık” kavramlarını nasıl tanımladığı kararlar
Yargıtay kararlarında “tahrik”, günlük dildeki “kışkırtma” anlamına yakın ama hukuken daha dar bir içerikle kullanılıyor.
1. “Tahrik” nasıl anlaşılıyor?
Yargıtay’a göre tahrik:
- Sadece “hoş olmayan söz söylemek” değil,
- Halkın bir kesimini,
- Diğer bir kesime karşı,
- Kin ve düşmanlık duygularıyla harekete geçmeye yönelten,
- Yani fiili davranışlara zemin hazırlayabilecek nitelikte kışkırtıcı söylem veya eylemler.
Burada önemli noktalar:
- Hedef mutlaka “halkın bir kesimi” olmalı (örneğin belli bir etnik grup, mezhep, bölge insanı, göçmenler vb.).
- Bu kesim, diğer bir kesime karşı kışkırtılmalı. Yani iki taraflı bir gerilim aranıyor.
Yargıtay, “tahrik”i değerlendirirken:
- Sözlerin bağlamına,
- Söylendiği yer ve zamana,
- Failin konumuna (siyasetçi, gazeteci, sıradan vatandaş vb.),
- Hedef kitlenin duyarlılığına ve
- Sözlerin yayılma imkânına bakıyor.
2. “Kin ve düşmanlık” nasıl yorumlanıyor?
Yargıtay, “kin ve düşmanlık” kavramını da sıradan “sert eleştiri”den ayırıyor. Kararlarda öne çıkan ölçütler:
- Kin: Derin nefret, husumet, öfke duygusunu besleyen, kalıcı bir olumsuz duygu hali.
- Düşmanlık: Karşı tarafa zarar verme isteğini, onu dışlama, yok sayma, hatta şiddete yönelme eğilimini besleyen tutum.
Bu nedenle Yargıtay, sadece:
- “X grubunu sevmiyorum”,
- “Y kesimini eleştiriyorum” gibi ifadeleri, tek başına “kin ve düşmanlığa tahrik” saymıyor.
Buna karşılık:
- “Şu gruba karşı birleşelim, onlara hayat hakkı tanımayalım”,
- “Onları mahallemizden, şehrimizden atalım”,
- “Onlara saldırın, zarar verin” gibi çağrılar, kin ve düşmanlık duygusunu fiili saldırı ihtimaline yaklaştırdığı için çok daha riskli görülüyor.
Yargıtay’ın yaklaşımında kilit nokta şu: Sözler, toplumda gerçekten bir nefret ve çatışma ortamı doğurmaya elverişli mi, değil mi? Bu soruya “evet” cevabı verilebiliyorsa, “tahrik” ve “kin ve düşmanlık” unsurlarının varlığına daha kolay gidiliyor.
Hangi ifadeler için beraat, hangileri için mahkumiyet kararı verilmiş örnekler
Yargıtay içtihatlarında hem beraat hem de mahkumiyet yönünde çok sayıda örnek var. Bunları sadeleştirerek, tipik örnekler üzerinden anlatmak daha anlaşılır oluyor.
1. Beraat verilen örnek türleri
a) Sert ama siyasi/ideolojik eleştiri niteliğindeki sözler
Yargıtay, özellikle son yıllarda:
- Hükümete, devlete, siyasetçilere, ideolojilere yönelik
- Çok sert, hatta “şok edici” sayılabilecek eleştirilerde bile, somut olayda kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike görmüyorsa beraat yönünde karar verilmesi gerektiğini vurguluyor.
Örneğin:
- Bir televizyon programında, “şu semtteki zenginlere öfkeliyim, sivil öldürmeye başlasak oradan başlarız” gibi provokatif bir cümle kurulmuş; Yargıtay, bu sözlerin somut bir saldırı tehlikesi yaratmadığını, sadece tepki çektiğini, şikayet konusu olmasının tek başına yeterli olmadığını belirterek beraat gerektiğini ifade etmiş.
Bu tür kararlarda Yargıtay şuna bakıyor:
- Sözler gerçekten bir gruba karşı fiili saldırı çağrısı mı içeriyor,
- Yoksa “abartılı, sorumsuz, rahatsız edici” bir ifade mi?
b) Soyut nefret söylemi ama somut tehlike yok
Bazı kararlarda Yargıtay, kullanılan ifadeleri “nefret söylemi”ne yakın bulsa bile:
- Bu sözlerin kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike yaratmadığı,
- Yani toplumda hemen bir çatışma, saldırı, linç ihtimalini doğurmadığı durumlarda, suçun oluşmadığı sonucuna varıyor.
Özellikle sosyal medya paylaşımlarında:
- Sadece hesabın “herkese açık” olması,
- Tek başına “açık ve yakın tehlike” için yeterli görülmüyor. Yargıtay, yakın tarihli bir kararında, sanığın herkese açık sosyal medya hesabındaki paylaşımı nedeniyle somut bir tehlike tespiti yapılmadığı için mahkumiyet kararını bozmuş ve beraat gerektiğini belirtmiş durumda.
2. Mahkumiyet verilen örnek türleri
a) Doğrudan şiddet çağrısı içeren ifadeler
Yargıtay, özellikle:
- “Şu gruba saldırın”,
- “Onları öldürün, linç edin”,
- “Evlerini yakın, mallarına zarar verin” gibi doğrudan şiddet çağrısı içeren sözleri, çoğu zaman kin ve düşmanlığa tahrik kapsamında değerlendiriyor.
Bu tür ifadelerde:
- Hedef alınan grup açıkça belli,
- Sözler, dinleyicileri fiili saldırıya yöneltmeye elverişli,
- Toplumsal gerilim yüksekse, “açık ve yakın tehlike” unsuru da daha kolay kabul ediliyor.
b) Gergin ortamda, kalabalık önünde kışkırtıcı konuşmalar
Yargıtay, özellikle:
- Zaten gergin olan toplumsal olaylar sırasında,
- Kalabalık bir grup önünde,
- Hedef gösteren, aşağılayan ve saldırıya teşvik eden konuşmalar yapıldığında, bu sözlerin kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike doğurduğunu kabul etmeye daha yatkın.
Örneğin:
- Bir mitingde, belirli bir etnik veya mezhepsel gruba karşı “onlara günlerini gösterelim, burada barınamayacaklar” gibi sözler,
- O anda kalabalığın taşkınlık yapma ihtimalini artırıyorsa, mahkumiyet yönünde kararlar verilebiliyor.
c) Yaygın etki potansiyeli olan yayınlar
Yargıtay, televizyon, gazete, yüksek takipçili sosyal medya hesapları gibi etki alanı geniş mecralarda:
- Hedef gösteren,
- Şiddeti meşrulaştıran,
- Toplumsal barışı bozabilecek nitelikteki ifadeleri, daha ağır değerlendiriyor.
Buna karşılık, aynı sözlerin:
- Dar bir çevrede,
- Kapalı bir grupta,
- Sınırlı sayıda kişiye söylenmesi halinde, çoğu zaman “açık ve yakın tehlike” unsuru daha zor kabul ediliyor.
Uygulamada “açık ve yakın tehlike” ölçütü nasıl uygulanıyor?
“Açık ve yakın tehlike” TCK 216 bakımından kilit kavram. Yargıtay bu ölçütü hem tanımlıyor hem de somut olaylara uyarlıyor.
1. Yargıtay’ın tanımı
Yargıtay, birçok kararında “açık ve yakın tehlike”yi şöyle açıklıyor:
- “Açıklık”: Tehlikenin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortada olması.
- “Yakınlık”: Kullanılan sözlerin, somut bir zarar doğurma ihtimaline çok yaklaşmış olması.
Yani:
- Sadece “teorik olarak bir gün zarar verebilir” düzeyinde bir ihtimal yetmiyor.
- Tehlikenin, somut olayda, zaman ve mekan bakımından makul ölçüde yakın olması gerekiyor.
Bu nedenle Yargıtay, TCK 216’yı eski kanundaki daha soyut tehlike anlayışına göre daha dar ve somut yorumlama eğiliminde.
2. Hangi kriterlere bakılıyor?
Yargıtay, “açık ve yakın tehlike”yi değerlendirirken şu unsurları dikkate alıyor:
-
İfadenin içeriği
-
Doğrudan şiddet çağrısı var mı?
-
Hedef grup açıkça gösteriliyor mu?
-
Hakaret, aşağılama, yok sayma, dışlama boyutu ne kadar ağır?
-
Bağlam ve ortam
-
Sözler nerede söylenmiş: miting, televizyon, sosyal medya, kahvehane, okul vb.
-
O sırada toplumsal gerginlik var mı?
-
Kalabalık bir grup mu dinliyor, yoksa dar bir çevre mi?
-
Failin konumu
-
Siyasetçi, kanaat önderi, gazeteci, din adamı gibi etkisi yüksek bir kişi mi?
-
Yoksa sıradan bir vatandaş mı?
-
Hedef kitlenin duyarlılığı
-
Hedef alınan grup toplumda zaten gerilim konusu mu?
-
Sözler, bu gerilimi fiili çatışmaya dönüştürmeye elverişli mi?
-
Fiili sonuç veya somut emareler
-
Sözlerden sonra olay, kavga, saldırı, linç girişimi olmuş mu?
-
Olmasa bile, böyle bir olayın çıkma ihtimalini gösteren somut emareler var mı (kalabalığın hareketlenmesi, tehdit mesajları, toplu çağrılar vb.)?
Yargıtay, yakın tarihli bir kararında, sadece:
- “Sosyal medya hesabının herkese açık olması”nı, tek başına “açık ve yakın tehlike” için yeterli görmemiş; mutlaka somut olgularla bu tehlikenin gösterilmesi gerektiğini vurgulamış durumda.
Başka bir kararda ise, tartışmalı bir karikatür yayını nedeniyle:
- Bu yayının kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike doğurup doğurmadığının,
- Uzman raporları ve somut verilerle araştırılması gerektiğini söyleyerek, eksik inceleme nedeniyle mahkumiyet kararını bozmuş.
Bu da bize şunu gösteriyor: “Açık ve yakın tehlike” soyut bir varsayım değil, somut delillerle ispatlanması gereken bir unsur.
3. İfade özgürlüğü ile ilişki
Yargıtay, “açık ve yakın tehlike” ölçütünü uygularken:
- Anayasa’daki ifade özgürlüğü güvencelerini,
- Uluslararası insan hakları sözleşmelerini,
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını da dikkate alıyor.
Bu nedenle:
- Şok edici, rahatsız edici, kaba, hatta adaletsiz görülen sözler bile,
- Eğer kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlike yaratmıyorsa, TCK 216 kapsamında cezalandırılmaması gerektiği yönünde güçlü bir eğilim var.
Özetle:
- Yargıtay’a göre “halkı galeyana getirme” suçu, her sert sözde oluşmuyor.
- “Tahrik” ve “kin ve düşmanlık” kavramları, fiili çatışma ihtimaline yaklaşan durumlar için kullanılıyor.
- “Açık ve yakın tehlike” ise, bu suçun adeta sigortası; somut tehlike yoksa, çoğu olayda beraat yönünde karar verilmesi gerektiği kabul ediliyor.
Bu çerçeveyi bilmek, hem günlük hayatta ifade kullanırken sınırı görmek, hem de bir soruşturma veya dava durumunda hukuki değerlendirmeyi anlamak açısından oldukça önemli.
Bu suç sabıkaya ve memuriyete nasıl etki eder?
Halkı galeyana getirme suçundan mahkumiyet adli sicile nasıl işlenir?
“Halkı galeyana getirme” denildiğinde ceza hukuku bakımından esas olarak Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesindeki üç suç tipi (halkı kin ve düşmanlığa tahrik, halkı aşağılama, dini değerleri aşağılama) kastedilir. Bu suçlardan biri nedeniyle kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı verildiğinde, karar normal bir ceza davası gibi adli sicil kaydına işlenir.
Temel noktalar:
-
Kesinleşme şartı İlk derece mahkemesinin verdiği karar tek başına sabıka oluşturmaz. İstinaf ve temyiz yolları tüketilip karar kesinleştiğinde adli sicile geçer. HAGB (hükmün açıklanmasının geri bırakılması) kararı verilmişse, bu mahkumiyet sayılmaz, adli sicil kaydına değil, adli sicil arşivine özel bir kayıt olarak yansır.
-
Suçun niteliği TCK 216 kapsamındaki suçlar, uygulamada genellikle:
-
“Kamu barışına karşı suçlar” başlığı altında,
-
Kasıtlı suç,
-
Çoğu zaman hapis cezası öngörülen suçlar olarak kabul edilir. Bu nedenle, özellikle 1 yıl ve üzeri hapis cezası içeren mahkumiyetler, hem sabıka kaydı hem de memuriyet açısından daha kritik hale gelir.
-
Adli sicil belgesinde görünme
-
Devlet kurumlarına verilen “Adli Sicil Kaydı” belgesinde, kesinleşmiş mahkumiyetler görünür.
-
Bazı durumlarda, belirli süreler geçtikten sonra silinme veya arşive alınma mümkündür; ancak bu otomatik olmaz, çoğu zaman süre ve şartlara bağlıdır.
-
HAGB kararı, normal “sabıka kaydı”nda genellikle görünmez; fakat mahkemeler, savcılıklar ve bazı resmi makamlar arşiv kayıtlarına ulaşabilir.
-
Silinme ve arşive alınma
-
Ceza tamamen infaz edildikten ve kanundaki süreler geçtikten sonra, kayıt adli sicilden arşive alınabilir.
-
Arşiv kaydının tamamen silinmesi ise daha uzun süreler ve ek şartlar gerektirir.
-
Bu süreçler otomatik işleyebildiği gibi, bazen dilekçe ile başvuru yapılması da gerekebilir. Bu nedenle, somut dosya için bir avukatla birlikte adli sicil ve arşiv durumunu kontrol etmek önemlidir.
Özetle: TCK 216’dan mahkumiyet, diğer ceza mahkumiyetleri gibi adli sicile işlenir ve özellikle kamu görevleri, güvenlik soruşturmaları ve bazı meslekler açısından ciddi sonuçlar doğurabilir.
Memur olmak, kamu görevinde kalmak veya atanmak açısından sonuçları nelerdir?
Halkı galeyana getirme kapsamında değerlendirilen TCK 216 suçları, kamu görevlisi olma ve memuriyette kalma bakımından oldukça hassas suçlardır. Çünkü:
-
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve diğer özel kanunlar,
-
“Yüz kızartıcı suçlar”,
-
“Devletin güvenliğine, anayasal düzene, milli savunmaya, kamu barışına karşı suçlar” gibi bazı suç gruplarını memuriyete engel sayabilir veya disiplin yaptırımı sebebi yapabilir.
-
TCK 216, “kamu barışına karşı suçlar” bölümünde yer aldığı için, idareler ve güvenlik soruşturması yapan birimler bu mahkumiyeti genellikle:
-
Toplumsal barışı tehdit eden,
-
Kutuplaştırıcı,
-
Kamu düzeni açısından riskli bir kayıt olarak görme eğilimindedir.
Bu ne anlama gelir?
- İlk defa memuriyete girişte
- KPSS ile atama, sözleşmeli personel alımı, hakim-savcı adaylığı, polislik, askerlik, öğretmenlik gibi mesleklerde güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılır.
- TCK 216’dan mahkumiyet varsa:
- Bazı kurumlar doğrudan elenme sebebi yapabilir.
- Bazıları ise cezanın süresine, üzerinden geçen zamana, olayın niteliğine bakarak takdir kullanır.
- Özellikle emniyet, TSK, MİT, hakimlik-savcılık, öğretmenlik gibi mesleklerde bu tür bir kayıt çok daha ağır değerlendirilir.
- Halen memur olanlar için
- Mahkumiyet, disiplin soruşturmasına konu olabilir.
- Fiilin niteliğine göre:
- Uyarma, kınama, maaş kesimi, kademe ilerlemesinin durdurulması,
- Hatta devlet memurluğundan çıkarma (ihraç) gibi sonuçlar doğurabilir.
- Özellikle görev sırasında, görevle bağlantılı veya kamuoyunda yankı uyandıran bir eylem söz konusuysa, idare daha sert davranabilir.
- Atanmış ama henüz göreve başlamamış olanlar
- Atama yapılmış olsa bile, güvenlik soruşturması olumsuz sonuçlanırsa:
- Atama iptal edilebilir,
- Göreve başlatılmama riski doğar.
- İdarenin takdir yetkisi
- Kanun, her TCK 216 mahkumiyetini otomatik olarak “memur olamaz” şeklinde görmez.
- Ancak idare, “kamu hizmetinin gerekleri, kurumun itibarı, görev yeri” gibi gerekçelerle olumsuz takdir kullanabilir.
- Bu tür işlemler idari yargıda (idare mahkemesi) dava konusu yapılabilir; fakat süreç uzun ve belirsiz olabilir.
Kısaca: TCK 216’dan mahkumiyet, özellikle kamu görevine girişte ve görevde kalmada ciddi bir risk oluşturur. Her olayın sonucu aynı olmaz; cezanın süresi, suçun niteliği, üzerinden geçen zaman ve kurumun yaklaşımı belirleyicidir. Yine de, “memuriyet açısından sorun çıkarma ihtimali yüksek bir kayıt” olarak görülmelidir.
Özel sektörde iş başvurularında bu tür bir kaydın pratik etkileri neler olabilir?
Özel sektörde durum, kamuya göre daha esnektir; ancak tamamen önemsiz de değildir.
- İşverenin adli sicil belgesi istemesi
- Birçok özel şirket, özellikle:
- Bankacılık, finans,
- Güvenlik, özel güvenlik,
- Eğitim, sağlık,
- Çocuklarla, yaşlılarla, hassas gruplarla çalışan kurumlar,
- Kurumsal ve uluslararası şirketler işe alımda adli sicil kaydı talep eder.
- TCK 216’dan bir mahkumiyet görüldüğünde işveren:
- “Kutuplaştırıcı, radikal, riskli” bir profil algılayabilir,
- Kurumsal itibar ve işyeri huzuru açısından çekince duyabilir,
- Özellikle müşteriyle yüz yüze çalışan, temsil niteliği olan pozisyonlarda olumsuz karar verebilir.
- Her işveren aynı tepkiyi vermez
- Küçük işletmeler, esnaf, bazı sektörler adli sicil belgesine hiç bakmayabilir.
- Bazı işverenler, olayın tarihine, cezanın süresine, kişinin açıklamasına bakarak daha esnek davranabilir.
- Yani TCK 216 kaydı, özel sektörde mutlak bir yasak değil, ama ciddi bir dezavantajtır.
- Pozisyonun niteliği önemli
- Yönetici, insan kaynakları, öğretmenlik, eğitmenlik, medya, halkla ilişkiler, müşteri temsilciliği gibi insan ilişkisi ve temsil gücü yüksek pozisyonlarda bu tür kayıt daha hassas görülür.
- Bazı teknik pozisyonlarda (örneğin kapalı ofis, arka plan teknik işler) işveren daha az önem verebilir.
- Yurtdışı ve vize süreçleri
- Bazı ülkeler vize başvurularında sabıka kaydı veya buna denk belge isteyebilir.
- Kamu barışına karşı suçlar, bazı ülkelerin gözünde “güvenlik riski” kategorisine girebilir ve vize sürecini zorlaştırabilir.
- Bu, doğrudan “kesin ret” anlamına gelmez ama ek açıklama, ek inceleme, mülakat gibi süreçlere yol açabilir.
- İş görüşmesinde nasıl ele alınmalı?
- Eğer işveren adli sicil belgesi istiyorsa ve kaydınız görünüyorsa:
- Olayın tarihini,
- O dönemdeki koşulları,
- Bugün aynı davranışı tekrar etmeyeceğinizi,
- Toplumsal barışa ve işyeri huzuruna saygılı olduğunuzu sakin ve tutarlı bir dille anlatmak, bazı işverenlerin bakışını yumuşatabilir.
- Yine de, bazı şirketler “hiç risk almama” politikası güder ve bu durumda ikna etmek zor olabilir.
Özetle: TCK 216 kapsamında bir mahkumiyet, özel sektörde her kapıyı kapatan mutlak bir engel değildir; ancak özellikle kurumsal ve hassas sektörlerde ciddi bir handikap yaratabilir. Bu nedenle:
- Mümkünse HAGB, erteleme, seçenek yaptırımlar gibi yollarla mahkumiyetin ağırlığını azaltmak,
- İleride de silinme / arşive alınma süreçlerini takip etmek,
- İş başvurularında ise dürüst ama bilinçli bir iletişim kurmak pratik açıdan önemlidir.
Son olarak: Burada anlatılanlar genel bilgilendirme niteliğindedir. Somut dosyanız, cezanızın süresi, tarih, suçun işleniş şekli ve hedeflediğiniz meslekler farklı olabilir. Bu yüzden, özellikle memuriyet ve kariyer planı olan kişilerin, kendi durumları için bir ceza hukuku ve idare hukuku alanında çalışan avukattan bire bir görüş alması en sağlıklı yoldur.
Hakkında halkı galeyana getirme soruşturması açılan biri ne yapmalı?
Önce şunu söylemek iyi olur: Hakkınızda TCK 216 kapsamında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”, “halkı aşağılama” veya “dini değerleri aşağılama” iddiasıyla soruşturma açılması, otomatik olarak suçlu olduğunuz anlamına gelmez. Bu sadece savcılığın, bir ihbar veya delil üzerine olayı araştırdığı anlamına gelir.
Yine de bu tür dosyalar hem ceza hem de sosyal sonuçları bakımından ciddi olabilir. Bu yüzden süreci hafife almamak, ama paniğe kapılmamak gerekir. Aşağıda, özellikle ifade aşamasında ve delil toplama konusunda dikkat etmeniz gereken temel noktaları özetleyelim. Bu anlatım genel bilgilendirme amaçlıdır; somut dosyanız için mutlaka bir ceza avukatından bire bir hukuki destek almanız gerekir.
İfade verirken nelere dikkat edilmeli, hangi haklar mevcut?
Hakkınızda “halkı galeyana getirme” kapsamında bir soruşturma varsa, genellikle önce kollukta (polis, jandarma) ifade vermeniz istenir, ardından savcılık aşaması gelir. Bu süreçte sahip olduğunuz bazı temel haklar var:
1. Susma hakkınız var
Ceza yargılamasında kimse kendini suçlamaya zorlanamaz. Bu nedenle:
- İsterseniz hiç ifade vermeme, yani susma hakkınızı kullanma imkanınız var.
- Susma hakkını kullanmanız, tek başına “suçluluğun itirafı” gibi yorumlanamaz.
- Özellikle dosyayı ve delilleri görmeden, avukatla görüşmeden ayrıntılı beyan vermek çoğu zaman risklidir.
Pratik öneri: “Dosyayı ve delilleri avukatımla birlikte incelemek istiyorum, şu aşamada susma hakkımı kullanıyorum.” demek tamamen hukuka uygundur.
2. Avukat isteme hakkınız var
- Hem kollukta hem savcılıkta avukat eşliğinde ifade verme hakkınız bulunur.
- Maddi durumunuz elvermiyorsa, baro tarafından zorunlu müdafi görevlendirilmesini isteyebilirsiniz.
- Avukatınız olmadan ifade vermeniz yönünde baskı yapılması hukuka aykırıdır.
İfade öncesi avukatınızla:
- Hakkınızdaki iddianın tam olarak ne olduğunu,
- Hangi paylaşım, söz, video veya eylem nedeniyle soruşturma açıldığını,
- Bu eylemin TCK 216’nın hangi fıkrası ile ilişkilendirildiğini (216/1, 216/2, 216/3),
- Savcılığın elindeki delilleri mümkün olduğunca netleştirmeniz önemlidir.
3. Dosyayı ve delilleri görme hakkı
Soruşturma aşamasında bazı durumlarda dosyaya kısıtlama kararı konulabilir. Böyle bir karar yoksa:
- Avukatınız dosyayı inceleyebilir,
- Hangi ekran görüntülerinin, videoların, tanık beyanlarının dosyada olduğunu görebilir,
- Gerekirse bunlara karşı karşı delil sunabilir.
Kısıtlama kararı varsa bile, en azından size isnat edilen eylemin çerçevesi (tarih, paylaşım, konuşma vb.) hakkında bilgi verilmesi gerekir.
4. İfade sırasında dikkat etmeniz gerekenler
İfade verirken:
- Sakin olun. Duygusal tepkiyle, öfkeyle veya panikle konuşmak aleyhinize sonuçlar doğurabilir.
- Olayı kronolojik ve net anlatmaya çalışın.
- Mümkünse, anlatımınızı destekleyen somut örnekler verin:
- Paylaşımın yapıldığı tarih,
- Kime hitaben söylendiği,
- Öncesinde yaşanan tartışma veya bağlam,
- Mizah, ironi, eleştiri amacı taşıyıp taşımadığı.
Özellikle TCK 216 bakımından:
- Sözlerinizin hangi gruba yönelik olduğu,
- Amacınızın kin ve düşmanlık yaratmak mı, yoksa eleştiri, haber verme, mizah mı olduğu,
- Paylaşımın kaç kişiye ulaştığı,
- Sonrasında herhangi bir fiili saldırı, kavga, toplumsal olay çıkıp çıkmadığı gibi hususlar önemlidir.
İfade tutanağını imzalamadan önce:
- Tutanak size baştan sona yüksek sesle okunsun veya siz okuyun.
- Yanlış, eksik veya çarpıtılmış kısımlar varsa mutlaka düzeltilmesini isteyin.
- “Ben böyle söylemedim” dediğiniz bir cümle varsa, bunu tutanağa özellikle yazdırın.
- Gerekirse “Bu kısım bana ait değildir, kabul etmiyorum” şeklinde not düşülmesini talep edin.
İmza attığınız tutanak, ileride mahkemede karşınıza çıkacak en önemli belgelerden biridir. Bu yüzden “nasıl olsa sonra düzeltirim” diye düşünmeyin.
Delil niteliği taşıyabilecek ekran görüntüsü, video, tanık vb. nasıl toplanmalı?
“Halkı galeyana getirme” iddiası çoğu zaman sosyal medya paylaşımları, konuşma kayıtları, miting görüntüleri veya haber içerikleri üzerinden yürür. Sadece savcılığın topladığı deliller değil, sizin sunacağınız deliller de çok önemlidir.
1. Ekran görüntüleri ve sosyal medya kayıtları
Eğer iddia bir tweet, yorum, video, canlı yayın veya paylaşım üzerinden ise:
- Paylaşımın tam halinin ekran görüntüsünü alın.
- Mümkünse:
- Kullanıcı adı,
- Tarih ve saat,
- Beğeni, yorum, paylaşım sayıları,
- Paylaşımın altında geçen tartışmalar da görünecek şekilde kayıt alın.
Sadece size ait paylaşımlar değil:
- Sizi hedef alan,
- Sözlerinizi bağlamından koparan,
- Öncesinde sizi tahrik eden veya hakaret içeren mesajlar da delil olabilir. Bunları da kaydedin.
Önemli not: Paylaşımı sonradan silmiş olsanız bile, savcılık çoğu zaman platformlardan veya şikayetçilerden kayıtları temin edebilir. Bu yüzden “nasıl olsa sildim, bulunamaz” diye düşünmeyin. Silmek, bazen “suçluluk psikolojisi” gibi yorumlanabilir; bu nedenle avukatınızla konuşmadan hareket etmeyin.
2. Video ve ses kayıtları
Miting, toplantı, panel, canlı yayın gibi ortamlarda geçen sözler için:
- Etkinliğin tamamını gösteren video kayıtları çok değerlidir.
- Çoğu zaman şikayetçiler sadece birkaç saniyelik, bağlamdan kopuk kesitler sunar.
- Oysa konuşmanın öncesi ve sonrası, niyetinizi ve bağlamı ortaya koyar.
Elinizde video varsa:
- Orijinal dosyayı saklayın.
- Mümkünse birden fazla kopyasını güvenli ortamlara yedekleyin.
- Dosya üzerinde oynama, kesme, montaj yapmayın; bu, delilin güvenilirliğini zedeleyebilir.
3. Tanık beyanları
Sözlerinizin nasıl söylendiğini, ortamın nasıl olduğunu, amacınızın ne olduğunu bilen kişiler tanık olabilir.
Örneğin:
- Konuşmanın bir mizah programında geçtiğini,
- Bir siyasi tartışma bağlamında sert ama hukuken korunan eleştiri olduğunu,
- Sözlerinizin belirli bir gruba değil, genel bir politikaya yönelik olduğunu anlatabilecek kişiler önemlidir.
Bu kişilerin:
- İsim ve iletişim bilgilerini not edin.
- Gerekirse avukatınız aracılığıyla savcılığa tanık olarak bildirilmesini sağlayın.
4. Delil toplarken hukuka aykırı yollardan kaçının
Delil toplarken:
- Başkalarının özel yazışmalarını izinsiz kaydetmek,
- Gizlice ses kaydı almak,
- Hesaplara izinsiz girip ekran görüntüsü almak gibi yöntemler hukuka aykırı olabilir ve bizzat sizin aleyhinize yeni suçlar doğurabilir.
Bu nedenle:
- Delil toplama konusunda da mutlaka avukatınızla istişare edin.
- “Bulunsun da nasıl bulunursa bulunsun” mantığıyla hareket etmeyin.
Ceza avukatından profesyonel destek almak neden önemli?
TCK 216 kapsamındaki suçlar, hem ifade özgürlüğü hem de kamu barışı ile doğrudan ilgili olduğu için, uygulamada oldukça tartışmalı ve hassas alanlardır. Bu nedenle profesyonel destek almak çoğu zaman belirleyici olur.
1. Suçun unsurlarının doğru analiz edilmesi gerekir
“Halkı galeyana getirme” başlığı altında değerlendirilen fiillerde:
- Hangi fıkranın (216/1, 216/2, 216/3) uygulandığı,
- Sözlerinizin gerçekten kin ve düşmanlığa tahrik mi, yoksa ağır ama korunan eleştiri mi olduğu,
- “Açık ve yakın tehlike” şartının somut olayda bulunup bulunmadığı,
- Sözlerinizin hangi gruba yönelik sayılabileceği gibi teknik konular vardır.
Bu noktada bir ceza avukatı:
- Somut olayı kanun maddeleriyle karşılaştırır,
- Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatları ışığında değerlendirme yapar,
- Sizin lehinize olan hukuki argümanları sistemli şekilde ortaya koyar.
2. İfade ve savunmanın stratejik hazırlanması
Bazen:
- Hiç konuşmamak,
- Bazen çok sınırlı konuşmak,
- Bazen de ayrıntılı açıklama yapmak daha doğru olabilir. Bu, dosyanın içeriğine göre değişir.
Avukatınız:
- Dosyadaki delilleri görerek,
- Savcının muhtemel bakış açısını değerlendirerek,
- İleride mahkeme aşamasında aleyhinize kullanılabilecek boşlukları öngörerek ifadenizi birlikte kurgular.
Bu sayede:
- Çelişkili beyan verme,
- Gereksiz ayrıntı ile kendinizi zor duruma sokma,
- Yanlış anlaşılmaya açık cümleler kurma riskiniz azalır.
3. Usul hatalarının önlenmesi
Ceza yargılamasında usul hataları bazen esastan daha belirleyici olabilir. Örneğin:
- Gözaltı veya ifade alma sırasında haklarınızın tam anlatılmaması,
- Avukat isteme talebinizin görmezden gelinmesi,
- Tutanakların eksik veya yanlış düzenlenmesi,
- Delillerin hukuka aykırı şekilde toplanması
gibi durumlar, ileride delillerin geçersiz sayılması veya davanın düşmesi gibi sonuçlar doğurabilir.
Bir ceza avukatı:
- Sürecin başından itibaren yanınızda olarak bu tür usul hatalarını tespit eder,
- Gerekli itiraz ve talepleri zamanında yapar,
- Hak ihlali varsa bunun kayda geçmesini sağlar.
4. Ceza ihtimali, erteleme, HAGB ve sicil etkisi
TCK 216 kapsamında:
- Hapis cezası alt ve üst sınırları,
- Cezanın ertelenmesi,
- Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB),
- Adli para cezasına çevirme,
- Sabıka kaydına işlenme ve silinme süreleri
gibi konular teknik ayrıntılar içerir.
Avukatınız:
- Olası ceza aralığını somut olayınıza göre hesaplar,
- Lehinize olan indirim nedenlerini (iyi hal, tahrik, pişmanlık beyanı vb.) değerlendirir,
- Uygun ise HAGB, erteleme veya seçenek yaptırımlar için mahkemeye talepte bulunur,
- Bu kararların gelecekteki iş, memuriyet, vize, yurtdışı gibi alanlara etkisini size açıklar.
5. Psikolojik yükü hafifletmek
Ceza soruşturması yaşamak, özellikle de “halkı galeyana getirme” gibi kamuoyunda hassas algılanan bir suçlama ile karşı karşıya kalmak, ciddi bir stres kaynağıdır.
Profesyonel bir avukat:
- Sürecin nasıl işleyeceğini adım adım anlatarak belirsizliği azaltır,
- Hangi aşamada ne beklemeniz gerektiğini açıklar,
- Gereksiz korkuları giderir, gerçek riskleri ise net biçimde ortaya koyar.
Bu da hem daha sağlıklı karar vermenizi sağlar hem de günlük hayatınıza devam etmenizi kolaylaştırır.
Özetle:
- Hakkınızda TCK 216 kapsamında soruşturma açıldıysa, önce sakin kalın,
- Haklarınızı bilin: susma hakkı, avukat isteme hakkı, dosyayı görme hakkı,
- Delilleri tek taraflı bırakmayın; lehine delil toplayın ve saklayın,
- İfade ve savunma sürecini, mümkünse baştan itibaren bir ceza avukatı ile birlikte yürütün.
Bu adımlar, hem haksız bir mahkumiyet riskini azaltır hem de sürecin sizin açınızdan en az zararla atlatılmasına yardımcı olur.
Güncel tartışmalar: siyaset, medya ve toplumsal olaylarda TCK 216’nın kullanımı
Toplumsal olaylar sırasında “halkı galeyana getirme” suçlaması neden sık gündeme geliyor?
Toplumsal olaylar, siyasal krizler, seçim dönemleri, terör saldırıları, savaşlar, ekonomik krizler gibi dönemlerde toplum zaten gergin ve hassas olur. Böyle zamanlarda atılan bir tweet, yapılan bir konuşma, bir TV programındaki cümle, normal zamanda “sert eleştiri” sayılabilecekken, “halkı galeyana getirme” veya TCK 216 kapsamında “kamu barışını bozma riski” taşıdığı iddiasıyla soruşturma konusu yapılabiliyor.
Bu suçlamanın özellikle kriz anlarında sık gündeme gelmesinin birkaç temel nedeni var:
-
Suç tipinin soyut ve yoruma açık olması TCK 216’da geçen “kin ve düşmanlığa tahrik”, “aşağılama”, “kamu barışını bozmaya elverişlilik”, “açık ve yakın tehlike” gibi kavramlar, her somut olayda yeniden yorumlanmak zorunda. Bu kavramlar çok teknik ve esnek olduğu için, savcılar ve mahkemeler arasında bile ciddi yorum farkları ortaya çıkabiliyor. Bu da özellikle gergin dönemlerde, “fazla geniş” yorumlara kapı aralıyor.
-
Devletin kamu düzenini koruma refleksi Büyük protestolar, sokak olayları, linç girişimleri, mezhep veya etnik gerilim ihtimali görüldüğünde, güvenlik bürokrasisi ve savcılıklar “olası tehlikeyi önleme” amacıyla hızlı hareket etmek istiyor. Böyle durumlarda, “halkı galeyana getirme” veya “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlaması, önleyici bir araç gibi kullanılabiliyor. Yani bazen fiilen ortaya çıkmış bir şiddet yokken bile, “ileride şiddet doğabilir” gerekçesiyle soruşturma açılabiliyor.
-
Sosyal medyanın etkisi ve hız faktörü Artık bir cümle saniyeler içinde milyonlara ulaşabiliyor. Özellikle X (Twitter), TikTok, YouTube, Instagram gibi mecralarda:
- Kışkırtıcı bir video
- Hedef gösteren bir paylaşım
- Linç çağrısı içeren bir flood çok kısa sürede gerçek hayatta karşılık bulabiliyor. Bu da savcılıkların, toplumsal olaylar sırasında sosyal medya paylaşımlarını daha yakından izlemesine ve TCK 216’yı daha sık gündeme getirmesine yol açıyor.
-
Siyasi kutuplaşma ve “karşı tarafı susturma” eğilimi Kutuplaşmanın yüksek olduğu ülkelerde, iktidar–muhalefet, farklı ideolojik gruplar veya toplumsal kesimler, birbirlerinin sözlerini “nefret”, “tahrik”, “halkı galeyana getirme” olarak nitelemeye daha yatkın oluyor. Bu atmosferde, savcılıklara yapılan suç duyuruları artıyor, sosyal medyada “savcılar göreve” çağrıları çoğalıyor ve TCK 216 dosyaları çoğu zaman bu baskı ortamında açılıyor.
-
Hukuki sınır ile siyasi tartışma alanının iç içe geçmesi TCK 216, bir yandan gerçekten nefret söylemi ve linç çağrılarını cezalandırmayı amaçlıyor. Ama diğer yandan, siyasal tartışmaların tam ortasında yer alan konulara da dokunuyor:
- Etnik kimlik
- Din ve mezhep
- Bölgesel aidiyet
- Göçmenler, mülteciler
- Siyasi ideolojiler Bu alanlar zaten siyaset ve medya tartışmalarının merkezinde olduğu için, “ifade özgürlüğü mü, yoksa halkı galeyana getirme mi?” sorusu sık sık gündeme geliyor.
Sonuç olarak, toplumsal olaylar sırasında TCK 216’nın sık gündeme gelmesi, sadece hukuki bir mesele değil; aynı zamanda siyasal iklim, medya dili, sosyal medya dinamikleri ve güvenlik kaygılarının birleştiği bir alan.
Siyasetçilerin, gazetecilerin ve aktivistlerin bu suçtan yargılandığı örnek durumlar
TCK 216, özellikle son on beş yılda siyasetçiler, gazeteciler, yazarlar, sanatçılar ve aktivistler hakkında açılan davalarda sıkça dayanak yapıldı. Burada tek tek isim saymak yerine, tipik örnek senaryolar üzerinden gidelim; çünkü yargı kararlarında da benzer kalıplar tekrar ediyor:
- Siyasi konuşmalar ve mitingler
- Bir siyasetçi, mitingde yaptığı konuşmada belirli bir etnik grubu, inanç grubunu veya siyasi kesimi hedef alan sert ifadeler kullanıyor.
- Konuşma sonrasında bölgede gerginlik artıyor, zaman zaman fiili saldırılar da yaşanabiliyor.
- Savcılık, konuşmayı “halkın bir kesimini diğer kesime karşı kin ve düşmanlığa tahrik” olarak değerlendirip TCK 216/1’den dava açabiliyor. Anayasa Mahkemesi ve AİHM, bu tür davalarda, konuşmanın bağlamına, kullanılan kelimelere, hedef gösterme olup olmadığına ve gerçekten şiddet tehlikesi doğup doğmadığına özellikle bakıyor.
- Gazete yazıları, TV programları, köşe yazıları
- Bir köşe yazarı, belirli bir inanç grubunu veya yaşam tarzını aşağılayan, küçük düşürücü ifadeler kullanıyor.
- Yazı sonrası sosyal medyada linç kampanyaları, karşı gösteri çağrıları, tehditler ortaya çıkıyor.
- Savcılık, TCK 216/2 (halkın bir kesimini aşağılamak) veya 216/3 (dini değerleri aşağılamak) kapsamında soruşturma başlatabiliyor. Yüksek yargı, bu tür dosyalarda “sert eleştiri mi, yoksa aşağılayıcı nefret söylemi mi?” ayrımını yaparken, kullanılan kelimelerin hakaret ve nefret içeriğine, ayrıca yazının kamu barışını bozma potansiyeline bakıyor.
- Sosyal medya paylaşımları ve aktivizm
- Bir aktivist, toplumsal olaylar sırasında attığı tweet’te “sokağa çıkın”, “şuraya toplanın”, “şu gruba haddini bildirelim” gibi ifadeler kullanıyor.
- Aynı gün veya kısa süre sonra o bölgede fiili saldırı, taşkınlık, linç girişimi, yağma gibi olaylar yaşanıyor.
- Savcılık, paylaşımı “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” veya “halkı galeyana getirme” olarak nitelendirip TCK 216/1’den soruşturma açabiliyor. Burada kritik nokta, paylaşım ile ortaya çıkan olaylar arasında gerçekten nedensel bir bağ olup olmadığı ve paylaşımın “açık ve yakın tehlike” yaratıp yaratmadığı.
- Dini değerlere ilişkin açıklamalar
- Bir sanatçı, yazar veya akademisyen, bir dinin veya mezhebin kutsal saydığı bir değeri ağır bir dille eleştiriyor, alay ediyor veya aşağılayıcı bir üslup kullanıyor.
- Tepki olarak sosyal medyada büyük tartışma çıkıyor, tehditler, hedef göstermeler, karşı gösteri çağrıları gündeme geliyor.
- Savcılık, TCK 216/3 kapsamında “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamak” suçundan dava açabiliyor. Anayasa Mahkemesi, bu tür davalarda, ifade özgürlüğü ile din ve vicdan özgürlüğü arasındaki dengeyi kurmaya çalışıyor; özellikle akademik tartışma, sanatsal ifade ve mizah alanında daha geniş bir koruma tanıma eğilimi gösteriyor.
- Toplumsal olayları haberleştiren gazeteciler
- Gazeteci, bir protestoyu, polis müdahalesini veya çatışmayı haberleştiriyor; haberde kullanılan başlık veya yorumlar “kışkırtıcı” bulunuyor.
- Bazı dosyalarda, haberin kendisi değil, kullanılan dil ve seçilen görüntüler “halkı galeyana getirme” iddiasına dayanak yapılıyor.
- AİHM ve Anayasa Mahkemesi, bu tür durumlarda çoğu kez, gazetecinin haber verme görevi çerçevesinde hareket ettiğini, haberin tek başına şiddet çağrısı içermediğini vurgulayarak ifade ve basın özgürlüğü lehine kararlar verebiliyor.
Bu örnekler, TCK 216’nın sadece “marjinal nefret söylemi”ne değil, siyasal tartışmanın tam göbeğinde yer alan söz ve yazılara da uygulanabildiğini gösteriyor. Bu da doğal olarak, “bu madde ifade özgürlüğünü kısıtlamak için mi kullanılıyor?” tartışmasını sürekli canlı tutuyor.
Hem ifade özgürlüğünü hem kamu barışını koruyacak dengeli yaklaşım mümkün mü?
Evet, teorik olarak mümkün. Hatta hem Anayasa Mahkemesi’nin hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) içtihadı tam olarak bu dengeyi kurmaya çalışıyor. Zor olan, bu ilkeleri günlük siyaset ve pratik yargılama içinde tutarlı biçimde uygulayabilmek.
Dengeli bir yaklaşım için öne çıkan temel ilkeleri sadeleştirerek sıralayalım:
- Şiddet çağrısı ile sert eleştiriyi net ayırmak
- Bir ifade, doğrudan veya dolaylı şekilde şiddete, linçe, saldırıya, yağmaya, nefret suçuna çağrı içeriyorsa, kamu otoritesinin müdahale alanına girer.
- Buna karşılık, çok sert, rahatsız edici, hatta incitici olsa bile;
- Şiddet çağrısı yapmayan
- Belirli bir gruba karşı fiili saldırı istemeyen
- Sadece fikir, inanç, ideoloji veya politikayı hedef alan sözler, kural olarak ifade özgürlüğü kapsamında kalmalıdır.
- “Açık ve yakın tehlike” ölçütünü ciddiye almak Yüksek yargı, TCK 216 uygulamasında “kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike” şartının laf olsun diye yazılmadığını, gerçekten aranması gerektiğini vurguluyor. Bu ne demek?
- Sadece “teorik” veya “uzak” bir risk yetmez.
- Somut olayda, ifade ile ortaya çıkabilecek şiddet veya ciddi toplumsal çatışma arasında gerçekçi, makul ve yakın bir bağ olmalı.
- Örneğin, zaten gergin olan bir bölgede, belirli bir gruba karşı “saldırın, kovun, yakıp yıkın” gibi sözler, açık ve yakın tehlike yaratmaya çok daha elverişlidir.
- Siyasi tartışma alanına daha geniş hoşgörü Anayasa Mahkemesi ve AİHM, siyasal tartışma ve kamu yararını ilgilendiren konularda ifade özgürlüğüne daha geniş bir koruma tanınması gerektiğini sürekli vurguluyor.
- Siyasetçiler, gazeteciler, aktivistler, kamuoyunu ilgilendiren konularda konuşurken daha sert, abartılı, provokatif bir dil kullanabilir.
- Bu tür ifadeler, sıradan bir vatandaşa göre daha geniş bir hoşgörü eşiğiyle değerlendirilmelidir.
- Aksi halde, siyasal tartışma alanı “ceza tehdidi” altında daralır ve demokratik toplum zarar görür.
- Hukuki kriterlerin netleştirilmesi ve öngörülebilirlik Dengeli bir yaklaşım için, TCK 216’nın uygulanmasında şu noktalarda açıklık sağlanması önemli:
- Hangi sözler “aşağılama”, hangileri “sert eleştiri”?
- Hangi durumda “halkın bir kesimi” hedef alınmış sayılır, hangi durumda sadece soyut bir fikir eleştirilmiştir?
- “Kamu barışını bozmaya elverişlilik” nasıl somutlaştırılacak? Yüksek mahkemeler, kararlarında bu kavramları somut olaylar üzerinden açıklamaya çalıştıkça, hem vatandaş hem de yargı mensupları için öngörülebilirlik artıyor.
- Ceza hukukunu “son çare” olarak görmek Modern ceza hukuku anlayışında, ceza normları “ultima ratio”, yani son çare olarak kabul edilir.
- Önce toplumsal tartışma, karşı ifade, düzeltme ve cevap hakkı, basın içi özdenetim, idari yaptırımlar gibi daha hafif araçlar düşünülmeli.
- Ancak gerçekten nefret söylemi, linç çağrısı, şiddet teşviki gibi ağır durumlarda ceza hukuku devreye girmelidir. Bu yaklaşım, hem ifade özgürlüğünü korur hem de gerçekten tehlikeli söylemlerle mücadeleye odaklanmayı sağlar.
- Yargının siyasetten bağımsız ve tutarlı olması Ne kadar güzel ilkeler yazılırsa yazılsın, uygulamada:
- Aynı tür sözler için bir kişiye dava açılıp diğerine açılmıyorsa,
- Benzer olaylarda birinde mahkumiyet, diğerinde beraat çıkıyorsa, toplumda “TCK 216 siyasi amaçla mı kullanılıyor?” algısı güçlenir. Bu nedenle, yargı organlarının:
- Siyasi kimlikten bağımsız
- Tutarlı
- Gerekçeli ve şeffaf kararlar vermesi, hem kamu barışını hem ifade özgürlüğünü korumanın en kritik şartlarından biri.
- Toplumsal bilinç ve medya dili Son olarak, sadece mahkemelerin değil, toplumun ve medyanın da sorumluluğu var:
- Nefret söylemi üretmeyen, hedef göstermeyen, insanları “biz ve onlar” diye keskin biçimde ayırmayan bir dil, TCK 216’ya ihtiyaç duyulan alanı zaten daraltır.
- Medya ve siyaset dili yumuşadıkça, “halkı galeyana getirme” suçlaması da daha istisnai hale gelir.
Özetle: Dengeli bir yaklaşım, ne “ifade özgürlüğü var, her şey söylenir” demek, ne de “kamu barışı önemli, sert her söz cezalandırılsın” demek. Aranan şey, şiddet ve nefret çağrılarını gerçekten cezalandırırken, demokratik tartışmayı, sert eleştiriyi, mizahı ve rahatsız edici fikirleri koruyabilen ince bir denge. Bu dengeyi kurmak zor, ama imkansız değil; yüksek yargı içtihadı da adım adım bu yöne doğru şekilleniyor.
Ankara avukatından danışmanlık ve temsil talepleriniz için bizimle iletişime geçin.